Erişilebilirlik

Tarihi Washington Büyükelçilik Konutu Büyülüyor


Tarihi Washington Büyükelçilik Konutu Görenleri Büyülüyor
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:13:24 0:00

Bugün Türk Büyükelçilik konutu olarak kullanılan binanın hikayesi, Sanayi Devrimi döneminde işlettiği büyük cam fabrikası sayesinde ciddi bir servet edinen işadamı Edward Everett’in yaklaşık yüz yıl önce bu konağı tasarlaması için Türkiye’yle bağları olan mimar George Oakley Totten Jr.’ı tercih etmesiyle başlar.

Totten’ın Beyoğlu’ndaki Amerikan Büyükelçiliği binasında ve İzzet Paşa Konağı’nda kanıtladığı yeteneği onun bu başarıya imza atmasını sağlar.

Totten, Everett House’un tasarımında, Osmanlı başkentinde geçirdiği dönemde yakından ilgilendiği Türk mimarisinden unsurlar kullanmış. Balo salonunun yanındaki limonluğun, Tiffany Studios imzalı cam kubbesi, Totten’in İstanbul’un siluetini oluşturan kubbeli camilere duyduğu ilgiyi yansıtıyor.

Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, binanın hikayesini şu sözlerle anlatıyor:

“Türk mimarisiyle, Türk insanıyla yakınlığı olan bir mimar. Bu evin sahibi olan Hamilton Everett da sıklıkla Türkiye’ye gider, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’a gidip gelirmiş. Oradan kaynaklanan bir yakınlığı var. Binanın içinde de zaten mimarisine bakarsanız her ne kadar 18’nci yüzyıl Avrupa mimarisinden esintiler olsa da, bazı köşelerinde Osmanlı mimarisinden, Selçuklu mimarisinden de örnekleri görüyorsunuz, özellikle içerdeki piyano odasında. Vakti zamanında opera odası olarak ikinci eşi için yaptırmış onu Bay Everett. Duvardaki kumaş işlemelerde tamamen Osmanlı etkisi görmek mümkün. Hala Washington’un tur programı içinde. Haftasonlarında gündüz tur otobüsleri geliyor. Fotoğrafları çekiliyor binanın. Onun için gerçekten çok prestijli bir bina. Davet ettiğiniz insanlar binaya girdiğinde gerçekten çok etkileniyorlar. Ve burada yapılan faaliyetler gerçekten bir prestij olarak algılanıyor birçok Washıngton’da yaşayan Amerikalı tarafından. Çok göz önünde bir bina, hem binanın içine baktığınızda 1910-1917 yılları arasında, 7 yıl sürmüş binanın yapımı yani geçen yıl yüzüncü yılıydı, biz 1932 yılında kiracı olarak girmişiz hikayesi de şöyle; Türkiye’ye yakınlığından dolayı Bay Everett vasiyetine eğer günün birinde ailem bu binayı satmak zorunda kalacak olursa ben vefat ettikten sonra ilk teklifi Türkler’e yapsın demiş. Hikayesi de budur, gerçekten de ilk teklif Türkler’e yapılmış. Biz 1932 senesinde binaya önce kiracı olarak girmişiz. Daha sonra 1936 senesinde binayı satın almışız Everett ailesinden. O dönemde hem kançılarya, hem büyükelçilik ikametgahı olarak kullanılmış. Fakat 1990’ların sonunda Massachusetts Caddesi üzerindeki kalıcı kançılarya binamıza taşındıktan sonra da, sadece büyükelçiler için bir ikametgah ve kabuller için de bir mekan olarak kullanılmaya başlanmış bina.”

Everett, mimar Totten’den binanın 23. Cadde tarafındaki sütunlu girişini, Beyaz Saray’ınkine benzetmesini istemiş. Bu yüzden Washington’da bina uzun bir süre “Küçük Beyaz Saray” olarak anılmış. Fransız rönesansı esintili mimari tarzların karışımı olan bina, Beyaz Saray’ın güney cephesinde de bulunan Korint tarzı kolonların yer aldığı yarım daire revakla 18 yüzyıl şatolarını çağrıştırıyor.Gelen konuklar da binanın ihtişamından etkilendiklerini dile getiriyor.

Totten, geniş kabul salonlarına çıkan görkemli bir merdiven tasarlamış. Paha biçilmez antikalar, tik ağacından zemin, işlemeli şömineler ve altın kaplama kapı kollarıyla binanın iç mekanı şatolara yaraşır bir ihtişama sahip. 4 bin metrekareden fazla bir alanı kaplayan 5 katlı bina inşa edildiği dönemde kentteki ilk kapalı yüzme havuzuna sahip evdi. Bugün, 3’ncü katın terasından Rock Creek Park’ın büyüleyici güzelliğini ve Washington Anıtı’nı görmek mümkün.

Kılıç, konutu “Nereye bakarsanız bakın bir tarihi eserle karşılaşıyorsunuz. Biz binayı alırken içindeki eserlerle birlikte almışız. Yani girişte iki tane tablo vardır. Bir tanesi Troy’un yanışı. Diğeri de Narsist diye iki tane tablo aynı ressama ait. Belki ev kadar değerli iki tablo. Bir tanesini Vatikan sergilemek için istedi fakat çok ağırdı yerinden kaldırıp götürme imkanı olmadı. Bunları Everett, ailesiyle birlikte yaptığı Avrupa seyahatlerinde alıp buraya getirmiş. Ve çok güzel saatler var. Evin içinde 13 tane hala çalışılabilir durumda olan şömine var. Bir tane tarihi asansör var. Yani neresine bakarsanız tarih kokuyor. 2009 yılında biz ciddi bir restorasyon yapmışız. Neresine baksanız etkilenmemeniz mümkün değil.Amerika’da tarih dergilerine kitaplarına konu olan bir bina. Şükran duygularımızı ifade etmek lazım vakti zamanında büyük bir öngörüyle bu binayı satın alan hem devlet büyüklerimize hem de o dönemde buna muhtemelen telkinleriyle önderlik etmiş rahmetli Büyükelçi Münir Ertegün’e,” sözleriyle anlatıyor.

Türkiye’nin ikinci Washington büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün 1935 yılında müzik sevdalısı oğulları Ahmet ve Nesuhi’yle birlikte bu binaya taşınmasıyla konutun müzikle ilişkisi başlamış olur. Bu ilişki binayı ve Türkiye’yi Afrika kökenli Amerikalılar’ın hak savaşında çok özel bir yere taşır.

Ertegün’ün o yıllarda henüz ilk gençlik dönemlerini yaşayan ve caza ilgi duyan iki oğlunun, müziğin önemli isimleriyle kurdukları dostluklar sayesinde Everett House’da konserler verilmeye başlar. ABD’de ırk ayrımının yoğun şekilde yaşandığı dönemde Afrika kökenli Amerikalı ve beyaz sanatçıların bir araya geldiği performanslarda efsanevi müzisyenler sahne alarak, Everett House’un politikanın yanısıra, müziğin kardeşlik mesajlarına da evsahipliği yapmasına önayak olur.

Kılıç o günleri de şöyle anlatıyor: “Büyükelçilik binası içinde yaşayan ilk büyükelçi aslında Münir Ertegün. Ve bu binanın içinde de rahmetli vefat etmiş. O dönemde biliyorsunuz Amerika’da siyah beyaz ayrımının en derin yaşandığı günler. Rahmetli Münir Ertegün’ün oğulları Ahmet Ertegün ve Nasuhi Ertegün çok caz tutkunu insanlar. O dönemde de bu içerideki opera odası olan odada Amerikan toplumunun çeşitli kesimlerinden caz severleri bir araya getirerek caz konserleri vermeyi başlatmışlar. Çok ciddi caz sanatçıları var gelip burada onların teşvikiyle konserler veren fakat en önemli tarafı o siyah beyaz ayrımının yaşandığı o dönemde burada siyah ve beyaz sanatçılar beraber performans sergilemiş ve katılımcılar arasında da siyahlar ve beyazlar olmuş. Tabiri caizse Washington’da en derin yaşandığı dönemde siyah beyaz ayrımının Washington Büyükelçiliği bunun bir kurtarılmış bölgesini teşkil etmiş. Siyah beyaz Amerikan vatandaşları da sanatçılar da birlikte Büyükelçiliğe gelmişler verilen konserleri birlikte izlemişler ve konserleri de siyah beyaz caz sanatçıları beraber vermişler. O dönemde maalesef bugün düşündüğümüzde çok da vicdanımızın kabul etmeyeceği bir uygulama var. Siyahiler binalara arka taraflarında yardımcı personel için öngörülmüş kapılardan yapabiliyorlar giriş çıkışlarını. Rahmetli Münir Bey bunu da değiştirmiş tamamen caz sanatçılarını da Amerikan vatandaşlarını da siyah beyaz ayrımı yapmaksızın büyükelçiliğin ön kapısından kabul etmiş bu vilayette ciddi bir sorun olmuş hatta karşıklı yazışmalara da konu teşkil etmiş. Kendisine uygulamanın yanlış olduğu siyahilerin arka kapıdan binaya girmeleri gerektiği söylenmiş kendisi de biz dostlarımızı ön kapıdan alırız iserseniz siz geldiğinizde arka kapıyı kullanabilirsiniz demiş bu yönde telkinde bulunanlara biz hala bunu devam ettirmeye çalışıyoruz. Ve bu gerçekten Amerikan toplumunda çok ciddi bir sempati yaratıyor. Türkiye’nin sergilemiş olduğu herhangi bir ırk ayrımı gözetmeyen yaklaşımı açısından, o yaklaşımın örneklerinin hala sergileniyor olması açısından.”

O yılları yaşayan ve bu ayrıma bire bir tanıklık eden John Whittington Franklin, bugün, ayrımcılığın yanlışlığını haykıran Washington’daki Ulusal Siyah Tarihi ve Kültürü Müzesi’nin Sözcüsü.

“1930’lar Washington’da ayrımcılığın çok hissedildiği yıllardı. Afrika kökenli Amerikalılar’ın çok sınırlı imkanları ve hakları vardı. Ve Türk Büyükelçiliği konutu Afrika kökenli Amerikalılar için güvenli bir yerdi. Unutulmamalı ki Washington ABD’nin güneyinde yer alıyor. Ve Afrika kökenli Amerikalılar Güney’de birçok zorlukla mücadele ediyordu. Büyüklerimiz de bilirdi ki; Türk Büyükelçiliği konutu onlar için güvenli bir yerdi. Hem kadınlar, hem erkekler yani tüm Afrika kökenli Amerikalılar için. 1950’lerde, ben doğduğum yıllarda bu ayrımcılık sürüyordu. Afrika kökenli Amerikalılar, restoranların birçoğuna giremezdi. Şehir merkezindeki işlerde çalışamaz, mağazalarda kıyafet deneyemezlerdi. Diğer büyükelçiliklerin aksine, Türk Büyükelçiliği her zaman Afrika kökenli Amerikalılar için bir dost kapısı olmuştur. Ve büyükelçinin oğullarının caz müziğine katkısı büyük olmuştur. Ve sonuçta da müzik dünyasının en önemli markalarından biri olan Atlantic Records’u kurarak bu katkılarını pekiştirdiler. Hatırlıyorum gençliğimde 60’lar, 70’ler, 80’lerde aldığım albümler hep o firmanındı. Yani bu, bizim tarihimizin bir parçası olduğu kadar, sizin tarihinizin de bir parçası. İki ülke tarihinin kesiştiği bir yer” ifadelerini kullanan Franklin, ”Tarih ve kültürü bir arada anlamak lazım, zira tarihi geçmişi bilmezseniz, o toplumun kültürünü anlayamazsınız. Birkaç yıl önce konuttaki caz konserlerinden birine katıldım ve Büyükelçi de, Ertegün kardeşlerin caz müziğin üzerindeki etkilerini anlattı. Eğer bu evde bu hikaye yaşanmamış olsaydı Ertegün kardeşlerin cazla etkileşimi olmayabilirdi. Müzikle böyle derin ilişkileri olmayabilirdi. Düşünsenize müzik evlerinde çalıyordu. Ve gençler için her zaman evde olmak, gece klüplerinde olmaktan çok daha güvenlidir. Evde eğlenme müziğin tadını çıkarma fırsatları vardı. O evde yaşananlar onların ufkunu genişletti. Ve Amerikan müzik tarihinde böylesine önemli bir firmanın kurulmasına teşvik etti. Öğrendim ki bu hikaye aslında köklü bir geleneğin parçası. Ve daha sonra da bu konserler dizi halinde devam etti. Ben de katıldım. Eskiden olduğu gibi yine konutun kapıları herkese açıktı. Orada yediğim o lezzetli yemekleri unutamıyorum,” diyor.

O yıllar, şimdi birer anı olarak anlatılsa da, yalnızca Afrika kökenli Amerikalılar’ın yaşamlarında değil, ülke tarihinde de derin yaralar açmış. Türkiye’yse bugün büyükelçilik konutu olan bu evde yaşananlar sayesinde, bu yaranın sarılmasında büyük rol oynamış. Zira, Amerikan tarihine damgasını vuran ayrımcılık, kültüründe buna yer olmayan Türk toplumu için kabul edilemezdi, bu yüzden de konutun kapıları renk, din, dil ayrımı yapılmaksızın herkese ardına kadar açıktı.

Franklin de, ”Amerika’daki ayrımcılık birçokları için uzak bir kavram. Eğer siz ülkenizde herkese eşit davranırsanız, başka bir ülkeye gittiğinizde de eşit davranmaya devam edersiniz. Büyükelçi’ye Amerika’da böyle olmaması, bazı dostların davet edilip, bazılarının edilmemesi farklı gelmişti ve o da bunu yapmadı. Ve Türk büyükelçiliği buna direndi, boyun eğmedi, karşı çıktı. Diğer büyükelçiliklerle kıyaslandığında bir fark yarattı. Ve Afrika kökenli Amerikalılar’a alışılmışın dışında davrandı. Türk Büyükelçiliği, Afrika kökenli Amerikalılar’ın öğrenci olarak rahatça girebildikleri, rahat davranabildikleri nadir yerlerden biriydi,” sözleriyle bunu doğruluyor.

Binanın bulunduğu bölge, modern dünyanın super gücü bir ülkenin başkentinde, üstelik de en saygın semtinde olsa da, çağdışı uygulamalara sahne olmaktan kaçınamamış. Bina o zamanki Afrika kökenli Amerikalılar için, çatısı altına sığınabilecekleri dört duvarın çok ötesinde bir anlam taşımış. Nesiller boyu anlatılan o hikayeler sayesinde de, bu gerçek, günümüze taşınmış.

”O bölgeyi çok iyi bilirim, üniversite eğitimi için buraya geldiğimde o semtte yaşadım. Ve babamla birlikte üyesi olduğumuz klüp yan bloktaydı. Massachusetts Bulvarı boyunca yer alan binaların o özel mimarilerini de iyi bilirim. Ki o bölge Büyükelçilikler Bölgesi olarak adlandırılır. 19’uncu yüzyıl sonlarında inşa edilen bu bölgedeki evler ülkenin dört bir yanından nüfuzlu insanlara ait. Bu evlerde Kongre üyelerini, Başkanları Başkan Yardımcılarını ağırlarlardı ve evlerin çoğunda balo salonları, konser ve dans alanları vardı. Daha sonra o insanlar buradan ayrıldı, büyükelçilikler buraya taşındı. Aslında kızgın olmam gerekir ama babam bana enerjimi olumlu yönde kullanmamı öğretti. Tarihi bilmek zorundayız ama acı duymak, kızmak zorunda değiliz. Yaşananları tüm Amerikalılara anlatmak zorundayız ve bu ülkenin eşitlik nosyonu üzerine kurulduğunu bilmeliyiz. Afrika kökenli Amerikalılar Amerika’nın ilerlemesinde büyük rol oynamıştır. Toplumun her kesimine eşit değer verilmeli yalnızca siyah Amerikalılar’a değil çocuklara, kadınlara, engellilere farklı dinlere mensup olan insanlara. Her insan eşit davranılmayı hak eder. Olması gereken bu ve beklentimiz de yine bu” diye konuşan Franklin, ”Eğer kendinizi tehdit altında, tehlikede ya da zor durumda hissederseniz gidip kapısını çalabileceğiniz ve ağırlanacağınız bir yer olduğunu biliyordunuz. Bu durum, Afrika kökenli Amerikalılar’ın çok da hoş görülmediği bu kentte bilinirdi ve çok önemliydi. Türk Büyükelçilik Konutu, Atlantic Records’a hayat vermiştir. Dolayısıyla müziğin kilometre taşlarından biridir. Amerikan tarihinde bir dönüm noktasıdır. Dönemin Büyükelçisi ve ailesi büyüklerimizi evlerinde ağırlayarak, Afrika kökenli Amerikalılar’a eşit davranarak onların ikinci sınıf olarak görüldüğü bir dönemde başarılması zor bir şey gerçekleştirmiştir,” değerlendimesinde bulunuyor.

”Davet ettiğimiz insanların konfügürasyonuna bakarsanız zaten ciddi anlamda hem karar alıcılara yakın insanlar, hem kendileri karar alıcı olan insanlar. Kongre üyeleri geliyor. Senatörler geliyor. Devlet kurumlarının temsilcileri geliyor ve sadece konserden değil, dinledikleri konserin arkasında yatan ruhtan ve o konserin verildiği binadan etkilenerek dışarı çıkıyorlar. Bunun tabii çok ciddi pozitif etkisi var. Biz en azından bunun böyle olduğunu anlatıyoruz. Dinlediklerinde de tabii çok etkileniyorlar. Bunun çok biliniyor olması biz anlatmadığımız takdirde pek mümkün değil çünkü bu gururla anlatılacak bir şey değil Amerikan toplumu açısından. Vakti zamanında bizim böyle bir uygulamamız vardı ama Türkler bu uygulamayı şu şekilde aştılar demek çok gurur verici bir olay değil Amerikan vatandaşları açısından. Onun için çok fazla bilinmiyor” sözleriylebugünkü durumu anlatan Kılıç, Afrika kökenli Amerikalılar için böylesine önemli olan bu binanın , kendisi için de oldukça özel olduğunu dile getiriyor ve “Mutlu olduğum her yerini özleyeceğim bu evin ve her yerinde de mutlu oldum. Bu evde oğlum doğdu. Onun için bu evin benim için çok değişik bir yeri var. Bu evde doğan ilk büyükelçi çocuğu. O mutluluğu da yaşadık. Her yeri güzel yani dostlarla Amerikalı dostlarla, Türk dostlarla güzel anılar paylaştığımız her yeri bence ayrı güzel. Martin Luther King’in meşhur konuşması var, ‘I have a dream’ diye başlayan. Biz bence rahmetli Münir Ertegün sayesinde o; ‘I have a dream’ dediği rüyayı, hülyayı 1940’larda, 1950’lerde Amerika’da Türk Büyükelçiliği kanalıyla rahmetli Münir Ertegün vasıtasıyla yaşatmışız, sergilemişiz,” diyor.

Türk Büyükelçiliği ABD başkentinin en görkemli tarihi binalarından ve Washington’daki en güzel on binadan biri. Siyahların tarihine ve caz müziğine katkısıyla da Amerikan tarihinin sayfalarında özel bir yere sahip.

STÜDYO VOA

Mehmet Şimşek’ten “harcamaları azaltma” mesajı - 18 Nisan
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:59 0:00
XS
SM
MD
LG