Erişilebilirlik

Rıza Sarraf Davası Türk-Amerikan İlişkilerine Nasıl Yansıyacak?


Rıza Sarraf Davası Türk-Amerikan İlişkilerine Nasıl Yansıyacak?
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:06:29 0:00

Rıza Sarraf davası 27 Kasım’da başlıyor. Dava, Sarraf’ın New York’taki duruşmaya katılıp katılmayacağı, itirafçı olup olmadığı gibi birçok soru işaretini de barındırıyor.

Ancak davanın en önemli açılarından biri Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkileyeceği. Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay’a göre dava sıkıntı yaratacak

Çağaptay bunun nedenini, “Çünkü davanın neticesinde Halkbank’a yönelik bir ceza çıkarsa mahkemeden ya da Rıza Sarraf bir anlaşma neticesinde bazı konularda konuşup dolayısıyla hapse gelmeden mahkemeden kurtulmayı düşünüyorsa bazı medya kanallarında yazıldığı gibi, bu Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz yaratacaktır İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarını deldiği kanıtlanan ve mahkemede ceza alan Fransız bankası PNB Paribas’ya 8 milyar dolar ceza gitmişti. Buna benzer bir ceza hem Halk Bankası’nı sarsacaktır hem de Türk bankacılık sisteminin uluslararası camia içindeki güvenilirliğini azaltacaktır, bu bir sıkıntı. İkincisi acaba Zarrab’a karşı, hükümete yakın ya da hükümetten kişilerin yönelik yaptırımlar çıkabilir mi, Zarrab davası neticesinde. Eğer Türk hükümetinin bilgisi dahilinde Zarrab ya da başka kişilerin İran’a yönelik yaptırımları deldiği fikri ortaya çıkarsa ve mahkeme bunun olduğunu tespit ederse, bunun aksinde kişiye yönelik şahsi yaptırımlar ortaya çıkabilir mi? Bunlar çıkarsa kimler hedef alınacak ve bu tür hedef almalara karşı Türkiye'nin tepkisi ne olur? Ben Türkiye'nin tepkisinin oldukça sert olacağını düşünüyorum. İşte bunu da Türk Amerikan ilişkilerinde yeni bir kriz geleceğinin işareti olarak görebiliriz” sözleriyle açıkladı.

Sarraf’ın itirafçı olması olasılığının da mevcut olduğunu dile getiren Çağaptay, “Şu andaki en büyük mesele herhalde Zarrab acaba bir anlaşmaya girdi mi savcıyla. Amerikan hukuk sisteminde savcıyla anlaşmaya giren suçlu kendi, tırnak içinde, çetesinden grubundan arkadaş teslim ettiği, ifşa ettiği takdirde kendisi ceza almadan kurtulabiliyor. Eğer böyle bir anlaşma varsa Zarrab beraber çalıştığı kişileri Amerikan adaletine ifşa ederek kendisi kurtulmayı seçmiş olabilir. İşte o zaman belki de bu kara kutu dediğimiz Zarrab’ın bildiklerinin bir kısmının ortaya çıkması hem Türkiye’ye yönelik yaptırımların önünü açabilir hem de Türk Amerikan ilişkilerinde krize ulaşabilir” ifadelerini kullandı.

Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay’a göre bu dava, Fethullah Gülen’in iadesinden daha önemli. Bunun nedeni de Sarraf’ın ilişkileri. Çağaptay, “Bence temel korku hükümetten pek çok kişiyle son derece yakın maddi, mali be şahsi ilişkileri olan bu kişinin, Amerikan mahkemesinde bir anlaşma karşılığında, yani kendisinin serbest bırakılması. Ama kendisiyle beraber çalışan kişileri ifşa etmesini içeren bir anlaşma karşılığında konuşması. Bu durumda pek çok kişinin canı yanacak düşüncesi olduğu için Türkiye'de bu kadar önemli bir mesele haline geldi. Türk Amerikan ilişkilerindeki en ciddi mesele bence Zarrab meselesi, bu Gülen meselesinden daha da büyük belki çünkü bu mesele direkt Türk hükümetinden kişilere dokunabilir gibi görünüyor. Özellikle Ankara'dan bakıldığında belki de bu kadar çok ziyaret yapılmış olmasının temel sebebi de bu” dedi.

Soner Çağaptay, Sarraf davasının sonucu ne olursa olsun Türkiye’de siyasi bir karar olarak algılanacağını da savundu ve “Amerikan yargı sistemi şahsi yaptırımlar getirebilir bu kişilere. Seyahat yasağı getirebilir, yurtdışındaki mallarının dondurulması yönünde bazı tedbirler olabilir. Tabi bunlar Türkiye'de negatif yansıyacaktır çünkü Amerikan yargısının bağımsız olduğu fikri Türkiye'de kesinlikle olan bir fikir değil. Aslında biraz Türkiye'nin siyasi yapısının dışarıya yansıması ile alakalı. Türkiye'de yargı bağımsızlığı son dönemlerde söz konusu olmadığı için, belki dışarıya bakışla da başka ülkelerde de yargının bağımsız olmadığı düşünülüyor. İşte o zaman ‘Bizde yargı bağımsız değilse, Amerikan yargısı da bağımsız olamaz diye düşünüyor belki de. Dolayısıyla Amerikan mahkemelerinin aldığı karar siyasi olarak görülecek. Beyaz Saray'ın, Amerikan hükümetinin kararı gibi görülecek ve bu yaptırımlar olursa bazı kişilere karşı, hükümet de Amerika'ya karşı kendi siyasi yaptırımlarını zemine oturtmak durumunda hissedecek kendisini. Belki de bir tür misilleme yapmak zorunda hissedecek. İşte o zaman Türk Amerikan ilişkilerinde yükselen bir gerilim evresi görebiliriz” diye konuştu.

Ancak Çağaptay, Türk-Amerikan ilişkilerindeki temel sorunu çok farklı gördüğünün de altını çizdi ve “Vize krizi ya da Zarrab krizi, Türk Amerikan ilişkilerindeki temel sorun değil. Temel sorun güven eksikliği. Çok ciddi bir güven eksikliği var. Vize krizi, Zarrab meselesi güven eksikliğinin aysbergin görünen uçları gibi suyun dışına çıkan kısmı. Esas olarak ilişkilerde çok derin bir güven eksikliği var bunun da pek çok sebebi var. Bu belki de son on senedir devam eden ilişkilerdeki her konuda hemen hemen ortaya çıkan görüş ayrılıkları. Suriye, IŞİD, YPG gibi. Daha önceki dönemde Türkiye'nin Çin’den aldığı füze savunma sistemi ya da şimdi Rusya'dan almak istediği füze savunma sistemi, Irak Savaşı, Mavi Marmara. Bunların hepsini bir araya eklediğinizde Amerika'dan bakıldığında, Amerikan hükümeti yetkililerine göre Türkiye ile Amerika'nın hemen hemen her dış politika konusunda fikirleri ayrı. Dolayısıyla iki ülkenin birbirine güveninin azaldığını söyleyebiliriz. Ne yazık ki bu Türkiye'de de geçerli. Özellikle Amerika'nın YPG ile devam eden işbirliği neticesinde, bu IŞİD’e karşı olsa bile, Türkiye PKK ile işbirliği olarak görüyor ve bu yüzden Türkiye'de çok büyük bir güven eksikliği var Amerika'ya karşı. Dolayısıyla ben temel sorunun bu krizlerden ziyade derin bir güven eksikliği olduğunu düşünüyorum ve bunun da kısa vadede giderilemeyeceğini düşünüyorum” dedi.

Soner Çağaptay, Washington’da son dönemde Türkiye’ye yönelik ‘bize güvenin’ çağrılarını da IŞİD’le mücadelede YPG’ye verdikleri desteği gerektiğinde bitirecek olmalarına bağladı.

Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü, “IŞİD’le olan mücadelesinde Amerika'nın YPG ile olan çalışmasını taktiksel bir ortaklık diye düşünebiliriz, stratejik değil. Nedir bu? IŞİD bittiği zaman Amerika YPG’den uzaklaşacaktır demektir. Bunun ikinci bir neticesi de şu. Bence Amerika, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesinde Türkiye'ye daha fazla destek vermeye başlayacaktır. Gerek Kandil’deki varlığına karşı gerek istihbarat desteği gerekse PKK'nın Avrupa'da son derece mühim olan finansal alt yapısına karşı. Avrupa hükümetlerini harekete geçirerek onların bu finansal altyapıyı çökertmesi konusunda adımlar atmasını sağlayarak Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesinde ciddi destek verecektir diye düşünüyorum önümüzdeki günlerde. Aslında önemli bir gelişme bu. Çünkü PKK Türkiye için hayati bir tehlike. Özellikle Rojava'da elde ettiği kazanımlardan dolayı. Dolayısıyla Amerika'nın Türkiye'ye PKK'ya karşı yardımcı oluyor olması çok önemli bir stratejik adım olacak” diye konuştu.

  • 16x9 Image

    Dilge Timoçin

    Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler mezunu Dilge Timoçin mesleğe 2000 yılında NTV'de başladı. 2008'de Habertürk TV'ye transfer oldu, dış haber sorumlusu olarak görev yaptı. ShowTV'de dış haber editörü ve spiker olarak çalışan Timoçin, sonrasında Al Jazeera Türk'e geçti; Al Jazeera İngilizce için prodüktörlük yaptı. Dilge Timoçin VOA Türkçe'ye katılmadan önce Reuters, Deutsche Welle gibi yabancı basın kuruluşlarıyla çalışıyordu

STÜDYO VOA

IMF Avrupa Dairesi Direktörü Kammer: “Türkiye’deki ekonomik programı destekliyoruz” – 19 Nisan
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:51 0:00
XS
SM
MD
LG