Erişilebilirlik

Oscar Adayı Türk Yönetmen: 'Ötekileştirildim'


Fransa’nın yabancı dil film kategorisinde Oscar’a aday olarak gösterdiği ‘Mustang’ filmi geçtiğimiz hafta Amerika’da vizyona girdi. New York ve Los Angeles’ta sinemaseverle buluşan film büyük beğeni kazandı. Amerikan medyası ve Amerikalı sinema eleştirmenlerinden geçerli not alan film, yabancı film kategorisinde Oscar ödülü için seçilip, yarışacak ilk beş film arasında gösteriliyor.

Türkçe ve Türk oyuncuların oynadığı ‘Mustang’, bir Karadeniz kasabasında büyükanneleriyle yaşayan, beş genç kız kardeşin yaşadıkları toplumsal baskıya karşı direnmelerinin öyküsünü anlatıyor.

Filmin senaristi ve yönetmeni de Deniz Gamze Ergüven ’Mustang’, uluslararası sinema eleştirmenleri tarafından Oscar tarihinde ilk kez final yolunda aday olmaya ve ödül almaya yakın Türkçe ve Türk filmi olarak gösteriliyor. Mustang’ in, Türkiye değil de Fransa tarafından yabancı dil kategorisinde Oscar adayı olarak göstermesi ise filme ilgili tartışma konusu.

Vizyona giren filmi için Amerika’ya geldi

Deniz Gamze Ergüven, filmin Amerika’da vizyona gireceği günlerin çok öncesinde, henüz bir kaç aylık olan bebeği Gary Yavuz ile Los Angeles, ardındın da New York’a gelmiş. Amerika’nın saygın yayın organlarının ünlü sinema eleştirmenleri filmin geçtiğimiz hafta vizyona girmesinin ardından yönetmenle söyleşi yapmak için adeta sıraya girmişler ve bir çok gazete ve dergiye Mustang’ in öyküsünü anlatmış.

Deniz Gamze Ergüven ile filminin New York’ta vizyona girmesinin ardından çalışmalarını tamamlayıp Paris’e dönüşüne saatler kala konakladığı otelde konuştuk. Neden Türkiye değil de Fransa filmi Oscar’a aday gösterdi sorularının cevabını, filmin perde arkasını, hayatından önemli kesitleri Mustang’ in başarılı senaristi ve yönetmeni Deniz Gamze Ergüven, Amerika’nın Sesi'ne anlattı.

‘Türk olarak Ankara’da, yönetmen olarak Fransa’da doğdum‘

Babası Dışişlerinde görevliymiş Ergüven’in, Ankara’da doğmuş ve henüz daha henüz altı aylıkken babasının görevi gereği Paris’e taşınmışlar. O yılları Ergüven şöyle anlatıyor, “Fransa ve Türkiye arasında büyüdüm gibi. Ailem Türkiye’nin dört bir köşesinden geliyordu. Dokuz ve on bir buçuk yaşlarında tekrar Ankara’da yaşadım ve ondan sonra hep Paris’teydim. Ablam hariç, ailemin tamamı, yani herkes Türkiye’ de yaşıyordu. Bizde her fırsatta Türkiye’deydik, tatiller ve buna uzun hafta sonları da dahil. Neticede hem aile hayatı Türk’tü hem de hayatımızın büyük bir kısmı Türkiye’de geçiyordu. Fransa’da ise Afrika tarihi okudum, edebiyat okudum. Sonra’da sinemayla ilgili Fransa’da bir devlet okulunda okudum. O okulun bir özelliği var, çok büyük bir rekabet sonrasında okula girebiliyorsunuz. Yılda altı yönetmen öğrenci alıyorlar. Okulda sinema tarihi filan okumuyorsunuz sadece film yapıyorsunuz. Okulda çok kısa metrajlı film çalışmalarım oldu. Orada bize yardımcı olan, eğitim veren insanlar Fransa’da sinema sektöründen yönetmenler, profesyonellerdi. Bir şekilde yönetmen olarak Fransa’da doğdum diyebilirim ve eğitimimi onlara borçluyum.’’

Los Angeles yılları ve ilk film projesi

Fransa’da aldığı eğitim sonrasında Amerika’nın yolunu tutmuş Ergüven. Hayallerini gerçekleştirmek için dünyanın sinema başkenti sayılan Los Angeles’a yerleşmiş. Bebeğinin babası ve Fransız olan eşiyle de Los Angeles’ta çeşitli aralıklarla yaşadığı bu yıllarda tanışmış, “Ben ilk uzun metrajlı filmimi Los Angeles’ta yaptım. ‘Afrikalı getto’ da geçen ve tarihi bir olayın etrafında yaşanıyordu. Los Angeles’ta 1992 yılında yaşanan ayaklanma bana çok yakın ve sinema konusunda bana bir hazine gibi geliyordu ve benim için bir şekilde bir limit yoktu. Şanslı olduğum konu filmimde çok diller önemliydi. Dillere hakim olmak önemli bir noktaydı. Neticede İngilizceyle tamamen rahattım o yüzden ne bir coğrafi ne de bir dil sınırı vardı. O proje bir ilk uzun metraj film konusunda pahalı bir projeydi, prodüksiyonu çok zordu. Amerika’ya tamamen yeni gelen biriydim, hiç bir çevrem yoktu ve Fransa’da da İngilizce bir filmi kaldırmak çok zordu. Prodüksiyon konusunda Avrupa’daki bütün fonlar bir şekilde Hollywood’a kafa tutmak için kullanıldığı için belirli fonlara İngilizce bir film projesiyle başvurmak mümkün değildi. İlk projemi bayağı bir inatlaştıktan sonra yapmak için beş sene uğraş verip, bu nedenlerden rafa kaldırmak zorunda kaldım.”

Gezi olayları çekimleri erteletmiş

Ergüven, Los Angeles’ta ilk uzun metrajlı film çalışması projesini rafa kaldırmasının ardından yeniden Paris’e dönmüş ve hemen kolları sıvamış ve yeni sinema projesi ‘Mustang’ üzerine çalışmaya başlamış. Şöyle anlatıyor o günleri: “Mustang’i bir yazda büyük bir açlıkla yazdım diyebilirim. Senaryo’daki kızlar bana benziyordu, benim gibi konuşuyorlardı. Biran önce filmi için çekime girmek istiyordum, aktörlerle çalışmak istiyordum, film yapmak istiyordum, böyle bir açlıkla ve arzuyla hız aldı film, bu yüzden çabuk yazıldı. Ve neticede finansman konusunda millete güven verecek bir yere geldi. 2013 yazında çekmek için finansmana girmek istiyorduk. Tabi ki finansman bulma kısmı uzun sürdü, Allahtan öyle oldu. 2013’te Türkiye’de yaşananlar yaşandı, o ortamda bir film çekemezdik kesinlikle. Neticede 2014 yazında çekildi. Filmin mutlaka yazın çekilmesi gerekiyordu. Aktrisler okula gidecek yaştalardı ve okula gitmek zorundalardı, hikaye de yazın geçiyordu. Öyle bir şart vardı çekemiyorsak seneye kalıyordu proje. Çekimden tam üç hafta önce yapımcı geri çekildi. Film yapım konusunda finansmanın üçte biri eksik gibiydi. Yapımcı pek hakim değildi işe bir bütçe bile yapmamıştı ve sadece önüne gelen harcamalar gözünü korkutuyordu. Netice de geriye çekildi ve çok şanslıydım çünkü üç gün içerisinde başka bir yapımcı buldum. O dönem film çok sarsıldı, ekibi tekrar kurmak zorunda kaldık ve her şey ateşten geçti. Bir sağlam duran aktrisler oldu, aktör de değişti. O günlerde tabi bazı dedikodular oldu. Aktrisler bilmedi bile böyle bir kriz yaşandığını. Ama hepsini aştık.’’

‘Beni deli zannediyorlardı’

O dönemde hamile olduğunu da öğrenmiş Ergüven, ama hiç hız kesmeden devam etmiş çalışmaya, çok sıkıntılı bir dönem olduğunu vurgulayıp anlatmaya devam ediyor o dönemi: “Böyle gerilimli bir ortamda filmi çekmeye yaklaşmaya başladık. Her gün kafamıza kaya gibi bir şey düşüyordu yani. Her gün yeni bir felaket vardı ve gerçekten hangi felaket bizi öldürecek gibi düşünüyorduk. Tüm olanlara rağmen her şeyi bulduk, bir süre sonra olanlar heyecanlı bile gelmeye başladı. Darbeyi yedikten sonra ayağa tekrar kalkıp çare bulmak bir süre sonra bütün dünyaya meydan okuyorduk. O dönemlerde hiç kimse bana sataşmıyordu. Filmi tehlikeye koyan herkesin kafasını koparmıştım. Deli zannediyorlardı böyle uzaktan anlamadıkları şeyler vardı. Bir yapımcı gitti bir yapımcı geldi. Garip şeyler oluyordu böyle, anlamadıkları bir ortam vardı. Her neyse böyle çekime üç gün kala artık çekiyoruz farkındalığı oldu. Gerçekten her şeyi aştık ve bu film çekilecek heyecanı yaşandı, o zaman çok duygusal bir andı. Sonuçta çekimlere girdik. Çok yoğunda haftada altı gün günde on iki saat çalışıyorduk. Çekimler tam yedi hafta sürdü, gecesi gündüzü yoktu. Çok yoğunduk, fiziksel olarak gerçekten savaştı. Ama rahat bir şekilde çektik sadece iki üç defa bayağı komando zorlukları yaşadık. Sonra montaja girdik, sakin bir kıştı ama ben hamileydim. Montaja girdik, tabi ben balina gibi.”

‘Türkiye hayır dedi ertesi gün yapımcı Fransa’ya başvuru yaptı’

Film Türkçe, yönetmen ve senarist Türk, oyuncular Türk, çekim mekanı Türkiye, konu Türkiye’deki toplumsal baskı olunca, herkesin ortak sorusu neden filmin Türkiye tarafından aday gösterilmediği oluyor. Ben de aynı soruyu soruyorum. Filmin Türkiye’deki ortak yapımcısının Türkiye’nin filmi Oscar’a aday göstermesi için başvurduğunu söylüyor, “Bir şekilde aday gösterilmesine burun kıvırmışlar’’ diye yanıtlayıp filmin Türkiye ile ilgili serüvenini şöyle anlatıyor: “Her şey çok hızlı gelişti, Türkiye’nin hayır dediği günün ertesi günü, Fransız yapımcı Fransa’da aday gösterilmesi için yasal başvuru yaptı. İlk noktadan itibaren biz filmi prodüksiyondan çıkarttığımız andan itibaren Fransa sarıldı filme. Ben Fransız Kültür Bakanlığına davet edildim, tamamen kucaklandı. Zaten Cannes Festivalinde Fransa’yı temsil etmiştim. Beni tamamen benimsediler hiç bir ayırım yapmadan. Ben onların gözünün önünde büyümüş bir yönetmenim, yapımcım Fransız.’’

‘Türkiye’ye kalsa bu film olmazdı’

Hüzünlü bir şekilde anlatmaya devam ediyor, “Türkiye’de çok garip bir şeyler oldu. Açıkçası Türkiye’nin katkısı 1 milyon 300 bin avroluk bir bütçede 60 bin avro, onun da son 30 bin avrosunun peşinde koşuyoruz. Türkiye’ye kalsa bu film olmazdı. İlk noktadan itibaren biz ‘Siz Türk değilsiniz’ ile başladık, tamamen filmi görmeden bile. Bir şekilde Cannes’da önemli bir Türk yapımcının blogu vardı, festivali takip ediyordu, bizden bir kere bile bahsetmedi. Biz bu sene Cannes ‘da tek Türk filmiydik ve sonra dedi ki, ‘Siz Türk değilsiniz ki’. Böyle garip bir şey oldu. Ondan sonra Türk distribütör çok geç çıkardı filmi Türkiye’de. Filmin yurtdışında bir hayatı olmaya başladı. Festivallerde ödül kazanıyor başka ülkelerde vizyona giriyor, Türkiye’de görüntü yok, gözükecek bir şey yok.’’

‘Türkiye’de ırkçılığa varan düzeyde ötekileştirdiler ‘

Türkiye’de yaşananlar son derece üzmüş Ergüven’i. Sesi titreyerek anlatıyor: “Türkiye’de filmin geç vizyona girmesi bence tamamen distribütörün hatasıydı. Peş peşe kötü seçenekler devreye girdi ve Türkiye ile aramızda bir iletişim sorunu vardı. Filmin Fransız yapımcısı, Oscar’a böyle adaylığını olağanüstü bir şekilde yaptığı gibi Türkiye’de bir destek gibi bir şey olmadı maalesef. Yurtdışında başarılıyız, bir de Fransız Oscar adayıyız ve Türkiye’de o an vizyona girdik. Bu film neyin nesi, bir yabancı mı ne diye bizi kabullenmediler. Ömür boyu yaşamadığım bir şeyi yaşadım. Bir Türk olarak o kadar çok yurtdışında bulundum ama hiç bir zaman böyle ötekileştirilmedim. Beni Türkiye’de artık ırkçılığa varan bir düzeyde ötekileştirdiler. Bu kız bizden biri değil, şeklinde olağanüstü ötekileştirdiler. Bir yandan Atilla Dorsay gibi eleştirmenler, önemli gazeteciler, Ayşe Arman gibi, bir dolu insan da bizi çok destekledi. Yazdı, çok güzel şeyler yazdılar falan, öbür yandan da, Twitter üstünden saldırdılar, birkaç tane gazetede inanılmaz kötü şeyler yazıldı. Türkiye’de realizme hep aynı mesafede duruluyor. Bu film masal gibi, Türkiye’de Süpermen’i yadırgamıyoruz ama Mustang’i yadırgıyoruz.’’

‘Türkiye’de hassas politik dönemde hiç siyasi film yapılmıyor’

Türk sinemasıyla ilgili görüşlerini de şöyle ifade ediyor, “Bu bugün böyle, ileride değişebilir. Türkiye’de çok büyük sinemacılar oldu ama İtalya’daki, Rusya’daki, Amerika’daki gibi büyük bir sinema ülkesi değil. Özellikle yurt dışına çıkan filmlerde beklenti Türkiye’yi nasıl gösteriyor? Bunu çok iyi anlıyorum Türkiye’yi negatif imajla anlatan filmler oldu. Türkler, her filmde ‘dünyaya imajımız nasıl yansıyor’ diye çok merak ediyor. Sinema bu değil. Sanatçıların da görevi tanıtım yapmak değil. 2002’de 13 film yapılmıştı. Şimdi yapılan çok film var adeta sinema sektörü patladı. Türkiye’de. Bildiğim kadarıyla sinemacılar korkusuz bir şekilde bir takım şeylere sarılıyorlar. Ama Türkiye’nin en politik döneminde, bu kadar hassas bir politik dönemde hiç siyasi filmler yapılmıyor.

‘Filmi yaparken Erdoğan rüyamıza giriyordu‘

Amerika’da Mustang’ a ilgi nasıldı ve filmin Oscar şansıyla ilgili sorumuzu “İlgi çok güzeldi, burası dünyanın en büyük sinema ülkelerinden birisi ve neticede insanların sinemayla alakası var. Ne kadar sinemacı olarak hür olduğunuzu anlıyorsunuz. Sinemaseverler sonuçta bu filmin bire bir Türkiye’yi yansıtmadığını anlıyor, bir masal olduğunu anlıyor. Sanata hassas bir izleyici var. Kadraja hassalar, hikayeye hassaslar, duygulara hassaslar. Amerikan medyası çok heyecanlı davrandı filme karşı. Bir şekilde bu film hiç bir yerde yok. Filmde güçlü kadın figürleri var ve bir şekilde filmin evrensel bir yanı var. Amerika’daki Türk toplumu da çok sıcak karşıladı. Dışişlerinden de geldiler açıkça düşüncelerimi anlattım. Türkiye’nin durumuyla ilgili. Siz tedirgin değil misiniz Türkiye’nin durumundan. Filmi yaparken hepimizin rüyasına Erdoğan giriyordu. Televizyonları açtığınız zaman hep o vardı. O kadar çok kendini ifade ettiği için filmi çekerken hayatımızın bir parçası da Erdoğan olmuştu. Açıkçası, Oscar için çok sıkı bir rekabet var, dokuzda bir şans var. Dokuzda bir büyük şans ama çok batıl inançlı bir insanım’’ diye yanıtladı.

STÜDYO VOA

BM’den Gazze’de ‘kıtlık’ uyarısı – 18 Mart
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:58 0:00
XS
SM
MD
LG