Erişilebilirlik

Can Ünver: "Kültürel Etkileşim Çok Önemli”


Can Ünver: "Kültürel Etkileşim Çok Önemli”
Can Ünver: "Kültürel Etkileşim Çok Önemli”

Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi TÜRKSAM göç politikaları uzmanı Can Ünver Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtladı. Ankara’daki merkezin Göç Araştırmaları Enstitüsü Başkanı olan Ünver, Hülya Polat’ın sorularını cevaplandırırken, uzun bir kimlik arayışının ve entegrasyon sorunlarının ardından Almanya’dan tersine beyin göçü başladığını söyledi.

Can Ünver’le yaptığımız söyleşinin tamamını aşağıdaki ses dosyasından dinleyebilirsiniz.



Almanya'daki Türkler (Foto: Cem Dalaman)

Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi TÜRKSAM Göç Araştırmaları Enstitüsü Başkanı olan Ünver’in göçle ilgili araştırmalarının tamamı için aşağıdaki linke bakınız:

http://www.turksam.org/tr/a2019.html

Can Ünver’in göçle ilgili araştırmalarından biri:

Türkiye ve Göç

Tarih boyunca süregelen göç hareketlerinin kavşağı üzerinde bulunan Türkiye aslında geleneksel göçmen kaynağı bir ülke değildir. Geçmişte, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminden itibaren Balkanlardan, 19. yüzyılda Kafkasya’dan ve Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Antlaşması gereği nüfus değişimi ile Yunanistan’dan Türkiye’ye çok sayıda Müslüman ve Türk soylu göçmen gelmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında ve Soğuk Savaş döneminde de Bulgaristan başta olmak üzere eski Osmanlı topraklarından devre devre göç dalgaları yaşanmış, bu dalgaların sonuncusu ve en dramatik olanı 1989 yılındaki zorunlu göç sırasında kaydedilmiştir. Tüm bu hareketler yakın tarihimizde Türkiye’nin göçlere hedef ülke haline geldiğinin de bir kanıtıdır. Buna karşılık II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan işgücü açığı nedeniyle başlatılan konuk işçi istihdamı sistemine girilene kadar 19. yüzyılda Anadolu’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden az sayıdaki gayri Müslim Osmanlı tebaasının dışında çalışma ve yerleşme amacıyla yurtdışına göç etmek geleneğimizde yoktur.

30 Ekim 1961 tarihinden itibaren ise ülkemiz kendisini daha farklı bir sürecin içinde bulmuştur. Bu tarihte Almanya Federal Cumhuriyeti ile nota teatisi yoluyla yapılan, ancak geçmişten başlatılarak aynı yılın Temmuz ayından itibaren geçerli kılınan İşgücü Sözleşmesi ile yurtdışına devlet denetimi ve gözetiminde işgücü gönderilmesi sürecine girilmiştir. Sonraki yıllarda aralarında bazı Arap ülkeleri ile Avustralya’nın da bulunduğu on ülke ile daha benzeri işgücü sözleşmeleri yapılmış ve böylece ülkemizin de göçmen gönderen ülke kimliği ortaya çıkmıştır.1973 yılının Kasım ayında petrol krizi gerekçe gösterilerek Almanya’nın yabancı işçi alımını durdurması ve diğer Avrupa ülkelerinin de aynı yolu izlemesi sonucunda Avrupa’ya işgücü göçü durmuş, daha doğrusu nitelik değiştirmiştir. Bu tarihten sonra Avrupa’ya Türkiye kaynaklı göç neredeyse sadece aile birleştirmesi çerçevesinde gelişmiştir. Günümüzde bu göç hareketi - Almanya’nın, Hollanda’nın ve Fransa’nın son yasal değişiklikleri ile zorlaştırılmış olsa da - devam etmektedir. Bunun dışında Türk mütahitlerinin seksenli yıllardan itibaren yurtdışında yüklendikleri işler nedeniyle geçici olarak ve işin ikmal edildiği ülkeye yerleşme içermeyecek şekilde Türk işçilerini istihdam etmeleri olgusunu da unutmamak gerekmektedir.

Göç ve kalkınma ilişkisi bağlamında Türkiye’nin konumu ele alındığında altmışlı yıllarda başlayan işgücü göçü ile yurtdışına giden işçilerimizin havale ettikleri işçi dövizlerinin Türk ekonomisi üzerinde çeşitli etkileri olduğu bilinmektedir. Bu etkilerin olumlu ve olumsuz yanları ile ilgili çeşitli araştırmalar bulunmakla birlikte, yarattıkları enflasyonist baskı ve “doğru” kullanılmamaları bir tarafa bırakılacak olursa bunların dış ödemeler dengesindeki olumlu etkisinin öne çıkarıldığı görülmektedir.İşgücü göçünün ilk başladığı yıllarda Almanya Federal Cumhuriyeti İktisadi İşbirliği Bakanlığı’nın öncülüğünde deneme niteliğinde geliştirilen “işçi şirketleri” girişimi, iş yönetimindeki eksiklikler, hazırlıksızlık ve altyapı eksikliği gibi nedenlerle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Türkiye’nin işçi dövizlerinden gördüğü göreceli yarar dışında işgücü göçü nedeniyle kalkınmasına önemli katkı kazandığını söylemek doğru olmayacaktır. Başlangıçtan bu yana siyasal hatalarla dolu olan göç tarihimizde kalkınma boyutunun yeterince ve gereken özenle ele alındığını ileri sürmek de mümkün değildir. Bu politikasızlık günümüzde de sürmekte olup, değişen koşulların ortaya çıkardığı ve yeni oluşan ulus aşırı sosyal ve ekonomik alanların getirdiği olanakların farkına varıldığını söylemek fazla iyimserlik olacaktır. Aslında Türkiye dünyada giderek hız kazanan bu tartışmaları siyaset kurumu, akademisi, sosyal tarafları ve sivil toplum örgütleriyle yakından izlemeli, hatta konumu itibariyle bu tartışmaları yönlendirici bir konuma gelmelidir.

Kitlesel göçün kaynağı olmaktan çıktığı anlaşılan Türkiye son yıllarda gelişen ekonomisine karşın ciddi işsizlik sorunları ile karşılaşmış ve artan genç nüfusuna yeterince istihdam yaratamamıştır. Bu gerçeğe karşın yurtdışına göç eğilimi Türk toplumunda yaygınlaşmış değildir. Bu arada Türkiye, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki süreçte birinci kuşak komşu ülkelerden başlamak üzere daha uzak coğrafyalardan da göçmen akımına uğrayan bir ülke konumuna gelmiştir. Ülkemiz ayrıca son dönemde Asya ve Afrika çıkışlı kaçak göçmenlerin gelip geçmeye çalıştığı bir transit ülke ve aynı zamanda da yabancı işgücünün belli sektörlerde yasal veya kayıt dışı istihdam edildiği bir göç ülkesi konumundadır. Son yıllarda Filipinler’den, Bangladeş’ten, Moldova’dan, Romanya’dan, Bulgaristan’dan ve Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelerle Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nden ülkemize çalışmaya gelenlerin sayısı artmaktadır. Bunun dışında ülkesindeki olumsuz koşullardan kaçarak ülkemize gelen ve her yıl sayısı artan yabancı uyruklu sığınmacılar Türkiye’nin henüz kalıcı konseptlerle güçlendirilmeyen mevcut göç politikalarında önemli yer edinmeye başlamıştır.Kısaca Türkiye, göç hareketlerinin hemen her biçiminden etkilenen bir coğrafyada bulunmanın sonuçları ile karşı karşıyadır.

Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren göç ve güvenlik konusuna bakıldığında ise yurtdışında yaşayan ve sayısı beş milyona ulaşmış bulunan Türk topluluklarının arasındaki münferit siyasi akım mensuplarının içinde yaşadıkları ülkelerin demokratik koşullarından da yararlanarak Türkiye’nin duyarlı siyasi konularındaki tavırları ve eylemleriyle iç güvenliğimiz ve hedef alınan anayasal düzenimiz açısından önem taşıyan bir etken olduğu görülmektedir. Göç olgusunun ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerde sorun yaratıcı bu boyutu güncel göç yönetimi tartışmalarında esasen sınır aşırı küresel gelişmelerin karşıtı kısıtlayıcı politikaları ve uygulamaların ortaya çıkmasına da neden olmaktadır.

Yine uluslararası göç ilişkilerinde sürekli gündemi işgal eden bir diğer konu da göçmenlerin içinde yaşadıkları toplumlarla olduğu varsayılan kültürel “uyumsuzluk” nedeniyle ortaya çıkan ve uluslararası ilişkileri de etkileyen kültürel entegrasyon sorunsalıdır. Aslında toplumsal sorunların asıl nedeni olabilen sosyal eşitsizlikler ve ayrımcı uygulamaların yerine kültürel farklılık söyleminin taşınması göçmen kabul eden toplumların bünyesinde yabancı düşmanlığını körükleyebilmekte, bu da gönderen ve kabul eden ülkelerin ilişkilerinde ciddi çatışmalara neden olabilmektedir.Almanya’da 1990’lı yıllarda başlayan ve Türk vatandaşlarının katledilmeleri ile sonuçlanan Türk düşmanı şiddet olayları iki ülke arasında sorun yaratıcı bir nitelik kazanmıştır. 11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta yaşanan terör saldırısından sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan duyarlıklar ve bu ülke toplumlarındaki ırkçı akımların Müslüman topluluklara karşı şiddete eğilim göstermeleri ile durumun daha da ağırlaştığı görülmektedir. Kabul eden ülkelerdeki siyaset kurumunun da bu olumsuz gelişmeye karşı gerekli tavrı koyamamasının bir sonucu olarak günümüzde Türk yurttaşlarının ve soydaşların yaşadığı göçmen kabul eden ülkelerde ırkçı tutum, kanaat ve eylemler toplumun huzur ve uyumunu bozucu bir nitelik taşımaya devam etmektedir.

Uluslararası göçün yönetimi, ikili siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkilerin yanında uluslararası kuruluşların önde gelen çalışmaları arasındadır. Göçmenlerin hukuki statüleri ve haklarının korunması, ortaya çıkan sorunlarının çözümü ve göç olgusunun tüm boyutlarıyla ele alındığı hukuki araçlar yönetimin yapıtaşları arasındadır. Türkiye de ikili ve çok taraflı anlaşma ve sözleşmelere taraf olarak göç ve göçmen konularına verdiği önemi göstermiştir. Aslında Türkiye, dünyada giderek hız kazanan göç tartışmalarını siyaset kurumu, akademisi, sosyal tarafları ve sivil toplum örgütleriyle yakından izlemeli, hatta konumu itibariyle gelişmeleri yönlendirici bir konuma gelmelidir. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği tartışmalarında da önemli yer işgal eden göç konusu ülkemiz gündeminde gelecekte daha çok ele alınmaya adaydır.

TÜRKİYE’DE GÖÇ YÖNETİMİ YAPILANMASI

Türkiye’de göç ve göçmen konularının siyaset gündemine gelmesi çok eski değildir. Yurtdışına resmi kanallardan gönderilen Türk işçileri ve onların sorunları ile ilgili konular dışında göç sorunsalının tartışılması 1990 sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde yoğunlaşmıştır. Türk soylu göçmenlerin Türkiye’ye yığınsal gelişleri ile ilgili konular günümüzdeki hangi statüde olursa olsun ülkemize yönelik yabancı göçmen akımları ile ilintili değerlendirilmemiştir. Türkiye’nin siyasi gündeminin doluluğu göç konusunun ve Türkiye’ye çeşitli nedenlerle gelen göçmenlerin bazı medyaya yansıyan olaylar dışında en azından kamuoyunda fazla önemsenmemesine neden olmuştur. Ancak artık bu konunun göz ardı edilmesine izin vermeyecek gelişmeler yaşanmaktadır. Başta insan kaçakçılığı olmak üzere, sığınmacılar ve mülteciler, kaçak işçilik, transit göç ve yasal yabancı işçi istihdamı gibi konular günümüzde Türk siyasetinin gündemine daha sıklıkla girmeye başlamış, bunun doğal bir sonucu olarak da yeni politikaların hazırlanması gereksinmesi doğmuştur. Ancak bu politikaların gerekli akademik bilgiye dayanarak ve devlet çapında ilgili kurumlarla sivil toplumun katılımıyla oluşturulacak yeni yapılanmalarla arzulanan düzeyde hazırlanabileceği ve uygulanabileceği düşünülmektedir. Bu bağlamda bir örnek yapılanma modeli aşağıda sunulmuştur.

ORGANLAR

Göç Yönetimi Kurulu

Türkiye’de göçün yönetimi ve mevzuatın uygulanması ile denetimi görevini üstlenecek olan bu Kurul İçişleri, Dışişleri, Adalet, Milli Savunma, Milli Eğitim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları’nın ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerinden oluşacak, tefrik edilen bir Devlet Bakanının sorumluluğunda faaliyet gösterecektir. Bu organa bağlı olarak sürekli bir sekretarya kurulacaktır.

1. Akademik Danışma Kurulu

Akademik Danışma Kurulu göç konusuyla ilgili akademisyenlerden oluşacaktır. Bu akademisyenlerin seçimi ile ilgili ölçütleri Göç Yönetimi Kurulu belirleyecektir.

2. Hukuk Danışma Kurulu

Hukuk Danışma Kurulu göç hukukuna ilişkin konularda çalışan hukukçulardan oluşacaktır. Bu kurul üyelerinin seçimi de Göç Yönetim Kurulu’nun belirleyeceği ölçütlere göre belirlenecektir.

3. Sivil Toplum Danışma Kurulu

Sivil Toplum Danışma Kurulu, göç alanında çalışan sivil toplum örgütleri ile işçi ve işveren konfederasyonlarının temsilcilerinden oluşacaktır.

4. Göçmen Kuruluşları Danışma Kurulu

Bu Kurul, Türkiye’deki göçmenler tarafından oluşturulan derneklerin temsilcilerinden oluşacaktır.

5. Göç Yönetişimi Genel Kurulu

Tüm kurulların birlikte oluşturacağı ve göç politikalarının ana ilkelerinin tartışılıp tavsiye kararlarının alınacağı organdır.

A. Örgütlenme ve İcraat

Yukarıda organları belirtilen örgütlenmenin ayrıntıları ve yer alanların görev, yetki ve sorumlulukları ve faaliyetlerin finansmanı için ilk adımda Başbakanlık tarafından bir genelge çıkarılmasının uygun olacağı düşünülmektedir. Genelgede kurulların oluşum şekli ve faaliyet alanları ayrıntılı biçimde belirlenecek, örgüt şemasında yer alan tüm tarafların aktif katılımıyla Türkiye’de göç politikalarının hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesinin belli kıstaslara bağlanması mümkün olacaktır. Bilahare bir yasa ile adı örneğin “Türkiye Göç ve Göçmen İşleri Kurumu” olabilecek bir yapılanmanın gündeme gelebileceği düşünülmektedir. Bu kurumun demokratik yönetişim ülkelerine uygun yapısıyla özerk bir konumda olması uygun görülmektedir.

Sonuç olarak göç yönetiminin devlet tarafından bu çerçevede düzenlenmesinin en önemli yararının karar verme mekanizmalarının olabildiğince demokratik ve katılımcı bir düzleme taşınması olduğu kuşkusuzdur. Tüm aktörlerin katkısı ile oluşacak veya en azından tartışılarak yönü belirlenecek olan göç ve göçmen politikalarının bu platformda ele alınması aynı zamanda da uygulamaların denetlenmesi açısından da yarar sağlayıcı niteliğindedir. Oluşan iletişim ve etkileşimin doğru kararlar alınmasına katkı sağlayacağı düşünülmüştür.

Türkiye’nin Yeni Göç Ve Göçmen Politikalarının Temel İlkeleri

Türkiye’nin göç ve göçmen politikalarına ilişkin öngörülerin yatay ve dikey olarak iki ayrı boyutta ele alınması uygun görülmektedir. Dikey boyutta göçle ilgili alanlara uygulanması düşünülen ilkelere, yatay boyutta ise ülkemize gelen çeşitli statüdeki göçmenlere yönelik politikalara yer verilmiştir. Hiç kuşkusuz bu politikaların kurumsal altyapı hazırlanıp tüm tarafların katkısıyla güncel koşullara uygun olarak hazırlanması arzu edilen husustur. Bununla birlikte bu çalışmanın kısıtlı çerçevesinde temel ilkelere yer verilmesi ileride gerçekleşecek bir yapılanmaya katkıda bulunmak amacıyla sunulmuştur.

A. Dikey Boyut

1. Göç ve Kalkınma

Göçün kalkınma boyutu ile alınması bu olgunun doğası gereğidir. Göçmenlerin öncelikle bireysel ekonomik yarar ve gönence ulaşma amacıyla göç ettikleri ve göç veren ve kabul eden ülkelerin de birincil çıkarının ekonomik yarar olduğu düşünülecek olursa göçün kalkınma ile olan yakın ilişkisi siyaset planlamasında öne çıkmaktadır.

Türk ekonomisi belli sektörleri itibariyle ülkemize gelen nitelikli yabancı işgücüne gereksinme duymaktadır. Türkiye’deki işsizlikle mücadelenin “istihdam yaratan nitelikli işgücü” ile ivme kazanacağı düşünülmektedir. “Türkler işsizken yabancı çalıştırılmamalı” doğrultusundaki görüşün küreselleşme çağında geçerliğinin en azından zayıfladığı düşünülmektedir. Ülkemizde eksikliği çekilen yabancı nitelikli işgücünün, istihdam piyasamızın ve ekonomik ortamımızın elverdiği ölçüde kabulüne ilişkin araştırmalar yine akademik düzeyde yapılmayı beklemektedir. Göç olgusunun ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuki veçheleri ve disiplinler arası bir anlayışla araştırılması Türkiye’nin daha fazla gecikmeden ele alması gereken bir husus haline gelmiştir. Kısaca tüm şekilleri ve boyutlarıyla uluslararası göç Türkiye için bir sorun olmaktan çok bir ekonomik canlılık ve fırsat aracı olarak görülmelidir. Türkiye, yurtdışında yerleşik hale gelen Türk toplumunun içinde faaliyet gösteren girişimcileri, büyükbabalarının göç ettiği ülkede doğup büyüyen ve mesleki nitelik kazandıktan sonra Türkiye’de çalışmak isteyen vatandaş ve soydaşları, ülkemize sığınan veya güvenli bir çalışma ortamı bulmak için gelen yabancı uyrukluları ve Türkiye’den farklı ülkelere eğitim veya çalışma amacıyla gidenleri ile göç süreçlerindeki her kesim için ufuk açıcı ve yeni olanaklar sağlayıcı politikalara ihtiyacı olan bir ülkedir. Türkiye, siyasi karar vericileri, sosyal taraflar, akademi ve sivil toplumuyla bu konularda karar vericilere destek sağlayıcı bir yapılanmayı gecikmeden gerçekleştirmek durumundadır. Aksi halde göç yollarının üzerinde yer alan, gelecekte de yabancı göç dalgalarının hedefi olması beklenen ve dünyada 5 milyon yurttaşı ve soydaşı bulunan bir ülkenin güncel gelişmelerin gerisinde kalması gibi bir sonuçla karşılaşılacaktır.

Ulusal önlemler gerekli olmakla birlikte sonuç olarak uluslararası göçün niteliği gereği sınır aşırı işbirlikleri ile gerçek anlamda yönetilebileceği unutulmamalıdır. Günümüzün küresel göç hareketleri meseleye küresel çözümlemelerle yaklaşılmasını gerekli kılmaktadır. Devletlerin tek başlarına düzenleyecekleri politikaların günümüz koşullarında yeterli olmayacağı, göç süreçlerine girenlerin tümünün çıkarlarının gözetilmesinin ancak bütüncül politikalarla gerçekleşebileceği telakki edilmektedir. Bu politikaların oluşması için aynı zamanda uluslararası işbirlikleri, uluslararası örgütlerin katkıları ve uluslararası hukukun ihtiyaçlara göre açılımları gereklidir. Bu açılımlar her şeyden önce göçler çağında “ulus aşırı alanlar” gerçeğini yadsımayacak şekilde olmalı, göçmenlerin hakları korunurken göç olgusuna taraf olan diğer tüm aktörlerin çıkarları gözetilmelidir. Türkiye’nin yukarıda da işaret edildiği gibi, göç veren ve alan bir ülke olarak konumu gereği uluslararası göç yönetimi tartışmalarında daha belirleyici bir rol üstlenmesi ise hem gerekli hem de mümkün görülmektedir.

Bu görüşler ışığında göç ve kalkınma bağlamında Türkiye’nin dikkate alması gereken ilkeler aşağıdadır:

a) Uluslararası göçün kalkınma boyutu göz ardı edilmemelidir.

b) Yurtdışındaki Türk girişimcilerin ülkemize yapacakları yatırımların kolaylaştırılması için gerekli önlemler alınmalıdır.

c) Türk istihdam piyasasında yeni istihdam yaratıcı göç biçimleri ile istihdama ve ekonomik kalkınmaya katkısı olacak göçmenlerin nitelikleri saptanmalı ve bu çerçevede gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

d) Beyin göçü kavramı yeniden değerlendirilmeli ve yüksek nitelikli Türk göçmenler ve ülkemize gelecek aynı nitelikteki yabancı sınır-aşırı göçmenlerle ilgili yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

e) Uluslararası göç ve ekonomik faaliyetlerle ilgili devlet politikalarının oluşması maksadıyla gerekli karar verme ve uygulama yapılanmaları hayata geçirilmelidir.

2.Göç, Kamu Düzeni ve Güvenlik

Göç ve güvenlik, öteden beri sınırlarını ve kendi yurttaşlarının haklarını dışarıdan gelecek yabancıların verebileceği zarardan korumak kaygısının göçmenlerin hedefi olan devletler için önde gelen konulardan biri olmuştur. Göçmen hakları konusunda liberal yasalara ve uygulamalara sahip pek çok ülke için yeni göçmen akımları tehdit olarak algılanmaktadır. Bu algılama, yeni göçmenlerin istihdam piyasasında, sosyal ve kültürel yaşamada yaratması olası sıkıntıların yanı sıra kamu düzenini bozucu ve güvenliği tehdit edici olmaları temelinde gelişmiştir.

11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırılarından sonra batı ülkelerinde yabancı ve özellikle Müslüman göçmenlere karşı aşırı bir güvenlik duyarlığı ortaya çıkmıştır. Terörizmin ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle örneğin ABD ve AB ülkelerinin sınır koruma ve ülke içindeki denetim önlemlerini arttırdığı bilinmektedir. Meşruiyeti tartışılamaz olan güvenlik duyarlığının bazı hallerde göçmenlerin yaşadıkları toplumlarda dışlanmasına ve ötekileştirmesine katkı sağladığı düşünülmektedir. Uygulamalardaki aşırılıkların büyük ölçüde 11 Eylül saldırılarının ardından 2003 İstanbul ve 2005 Londra’daki olaylarla devamlılık kazanmış olmakla birlikte göçmen kabul eden ülkelerde yaşayan yasalara ve o ülkelerin normlarına saygılı göçmen kökenlileri rahatsız etmeyecek veya toplumdan dışlanmalarına yol açacak bir nitelik kazanmadığı düşünülmektedir.

Göç, kamu düzeni ve güvenlik bağlamında Türkiye’de karşılaşılan sorunların başında insan kaçakçılığı ve kaçak işçilik gelmektedir. İnsan tacirlerinin Türkiye’yi doğu vre güney sınırlarımızdan ülkeye soktukları kaçak göçmenleri batıya taşıma işini üstlendikleri ve bundan büyük kazançlar elde ettikleri bilinmektedir. Yine fuhuş sektöründe köleleştirilerek pazarlanan çok sayıda yabancı uyruklu kadının bu ticareti yapanlar için çok karlı kazançlar getirdiği bilinen hususlardandır. Ayrıca esasen ülkemizde çok önemli bir sorun olarak belirlenen kayıt dışı istihdamda yabancı kaçak işçilerin sayısının her geçen gün artmakta olduğu saptanmaktadır. Güderek daha fazla gündeme oturmakta olan bu gelişmelere karşı Türkiye’de de ilgili kamu kurum ve kuruluşları arasında eşgüdüm sağlanması yoluyla etkin bir mücadele verilmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmalara başta IOM ve UNHCR olmak üzere hükümetler ve uluslararası nitelikteki iki kuruluşun destek vermesi çalışmaların niteliğinin gelişmesine neden olmuştur.

a) Uluslararası göç ve göçmenlerin kamu düzeni bağlamında genel olarak bir tehdit olarak algılandığı bilinmekle birlikte, göç olgusu ve göçmenlerle ilgili politikalarda evrensel insan hakları ilkelerine ve taraf olduğumuz uluslararası anlaşma ve sözleşmelere uyulmalıdır.

b) Yurtdışında yaşayan vatandaşların arasında oluşan ve anayasal düzenimizi tehdit eden anti-demokratik ve terörist yapılanmalar ve faaliyetlere karşı ilgili ülkelerle işbirliği içinde etkili aydınlatma ve yönlendirme çalışmaları yapılmalıdır.

c) Türkiye’ye yönelik kaçak yabancı göçle ilgili kurumlar arasındaki işbirlikleri güçlendirilerek daha etkin mücadele edilmelidir.

d) Yabancı kaçak işçiliği ile mücadelede ilgili kurumlar arasındaki eşgüdüm güçlendirilmelidir.

e) Bu ilkeler doğrultusunda ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının katkısıyla acilen yeni bir “Eylem Planı” hazırlanarak toplumun tüm kesimlerinin bilgilendirilmesi ve olası yabancı düşmanlıklarının önlenmesi yoluna gidilmelidir.

3. Göç ve Kültürel Etkileşim

Göçmen kabul eden ülkelerde en çok üzerinde<tartışılan konuların başında gelen kültürel farklılık, üzerine yapılan gereksiz ve ağır vurgu nedeniyle gereğinden fazla önemsenmekte, kültüralist yaklaşımlar sonucunda yabancı düşmanlığına kadar ve şiddete kadar varan bir ayrışma ve “yabancıyı reddediş” olgusu yaşanmaktadır. Türkiye, daima çok dolu ve dinamik olan gündemi nedeniyle de henüz bir toplumsal sorun olarak değerlendir,ilecek nitelikte bir yabancı aleyhtarlığına sahne olmamaktadır. Ancak ülkemizdeki yabancı nüfusun artış göstermesi ve medyanın bir çok ğlkede olduğu gibi bu konunun sansasyonel tarafı ile fazla ilgilenip bilerek veya bilmeyerek ajitasyona gitmesi halinde Türk toplumunun bazı kesimlerinin olumsuz tutum, kanat ve davranışlara yönelebileceğinden endişe edilmektedir. Bu itibarla sorun henüz ortaya çıkmadan gereken önlemleri aşağıda belirlenen ilkeler doğrultusunda almanın toplumsal huzurun geleceği açısından önek taşıdığı düşünülmektedir.

Ayrıca, yurtdışında değişik ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın bu konumları gereği ortaya çıkardıkları sınır aşırı alanlardaki kültürel boyut ile yaşadıkları ülkelerle olan ilişkileri, toplumlararası diyalogun güçleneceği ve böylece çağdaş göç olgusunun değişen yapısına uyan yeni ilişkilerin ortaya çıkabileceği akla gelmektedir. Ancak öncelikle yurtdışındaki Türklerle olan ekonomik, sosyal ve kültürel bağların sürdürülmesi ve pekiştirilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde Türkiye’de yaşadıktan sonra ülkesine dönen yabancılarla olan ilişkilerin de sürdürülmesi için gerekli mekanizmaların oluşturulması bu bağlamdaki hedeflerden biri olmalıdır. Sözü edilen ilişkilerin devlet eliyle olmaktan çok sivil toplum düzleminde ele alınması yararlı olacaktır.

a) Uluslararası göçün ve göçmenlerin Türkiye’deki kültürel zenginliğe katkıda bulunacağı kabul edilmeli, bu zenginliğin gelişmesine katkıda bulunulmalıdır.

b) Yurtdışındaki Türk göçmenlerin Türk kültür çevresi ile olan ilişkisi güçlendirilerek sürdürülmelidir.

c) Ülkemizde belli bir süre yaşamış olan yabancı göçmenlerle ülkelerine döndükten sonra da kültürel alandaki ilişkiler sürdürülmelidir.

B. Yatay Boyut

a) Yurtdışındaki Türkler

Türkiye’de devlet kurumları,

- Anayasa’nın 62. maddesinde ifade bulduğu üzere yurtdışındaki vatandaşlarımızın ve Türkiye kökenli soydaşlarımızın bulundukları ülkelerde ve yurda dönüşlerinde haklarının korunmasın ve geliştirilmesine;

- İçinde yaşadıkları ülkelerde uyumlu bir yaşam sürdürebilmeleri için kabul eden ülke makamları ile yakın işbirliklerinin kurulmasına ve sürdürülmesine;

- Vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde oluşturdukları sivil toplum kuruluşları ile yakın diyalog kurulmasına;

- Çeşitli ülkelerdeki Türk yatırımcıların ülkemiz ekonomisine ve kendilerine katkıda bulunacak yapılanmalara destek sağlamaya;

- Yurtdışındaki Türkler arasından yüksek mesleki nitelik taşıyanların Türk ekonomisine katkıda bulunabilmeleri için uygun mekanizmaları oluşturmaya;

- Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız ve Türkiye kökenli soydaşlarımızın Türk kültürel çevresi ile yakın ilişkiler kurmaları için gerekli önlemleri almaya gayret göstermelidirler.

b) Türkiye’de Yasal Olarak Çalışan Göçmenler ve Aile Bireyleri

- Türkiye’de yasal olarak çalışmaya gelen yabancı göçmenlerin ikamet ve çalışma statüleri öncelikle evrensel insan hakları ve ülkemiz çıkarları birlikte gözetilerek düzenlenmelidir.

- Hukuki statüyü düzenleyen mevzuatın günün koşullarına ve ekonomik gereksinmelere uygun biçimde tadil edilmesine ve değişen koşullara göre gerekli esnekliklerin sağlanmasına özen gösterilmeli, ayrıca örneğin “mekik göçü” gibi uygulamaların ülkemize de uyarlanması olanakları araştırılmalıdır.

- Ülkemizde yasal olarak ikamet eden ve çalışan yabancı göçmenlerin eş ve çocuklarının toplumumuza ve ülkemiz koşullarına uyum sağlaması için gerekli önlemler alınmalıdır.

c) Türkiye’deki Yasa Dışı Göçmenler ve İnsan Ticareti Mağdurları

- Türkiye’de yasadışı statüde ikamet eden ve çalışan yabancı göçmenlerle ilgili gerekli inzibati ve adli tedbirler alınmakla birlikte bu kesim göçmenlere insan hakları ilkeleri çerçevesinde muamele edilmesi gereklidir.

- Yakalanan yasadışı göçmen işçilerin çalıştıkları sektörlerle ve özel durumları ile ilgili olarak gerekli inceleme yapıldıktan sonra yasal statüye geçirilmelerine olanak tanınmalıdır.

- İnsan ticareti yapanlarla en kararlı biçimde mücadele edilmeli, bunun için tüm ilgili kamu kurum ve kuruluşları, hükümetler arası örgütler ve sivil toplum kuruluşları arasında etkili eşgüdüm sağlanmalıdır.

d) Transit Göçmenler

- Ülkemizden transit geçerek Avrupa’ya ulaşmak isteyen yabancı göçmenlerin karşılaştıkları insanlık dışı muamele ve yaşamlarını tehdit eden yolculuk koşulları ile onları istismar edenlerle ciddi bir şekilde mücadele edilmeli, bu kesime mensup göçmenlerin kolluk güçlerimizce ele geçirildikten sonra ve sınır dışı edilmeden önce insan onuruna yaraşır koşullarda konuk edilmelerine özen gösterilmelidir.

e) Türkiye’deki Yabancı Öğrenciler

- Türkiye’ye yüksek öğrenim için gelen yabancı öğrencilerin öğrenimleri bittikten sonra da ülkemizde kalmaya devam etmelerine yönelik uygulamalarda esneklik sağlanmalıdır.

- Yabancı öğrencilerin öğrenimlerinin bitimiyle ülkelerine dönmelerinden sonra da ülkemizle olan ilişkilerinin sürmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.

f) Türkiye’de Yasal Statüdeki Profesyonel Yöneticiler ve Uzmanlar

- Ülkemizdeki yabancı yatırımlarda görevlendirilen profesyonel yöneticilerin ve uzmanların ikamet ve çalışma izinleri ile ilgili mevzuattan kaynaklanan sorunlar giderilmelidir.

g) Türkiye’deki Sığınmacılar

- Türkiye’de sığınmacı olarak bulunan yabancı uyrukluların ülkemizdeki ikametleri sırasında kendi olanakları ile yaşamlarını sürdürebilmeleri için yasal statüde çalışabilmeleri mümkün kılınmalıdır.

- Sığınmacıların konut, sağlık hizmetleri ve çocuklarının eğitimi alanlarında insan onuruna yakışır önlemler alınmalı, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

h) Türkiye’deki Mülteciler

- İltica statüsü tanınmış olan yabancıların ülkemizde uzun süreli yaşayacakları noktasından hareketle Türkiye’ye uyumlarının yanı sıra kendi yaşamlarını idame ettirmeye yönelik olanaklar sağlanmalı, örneğin bu kesime mensup yabancıların uydu kentlerin dışında ikamet ve çalışma mümkün kılınmalıdır.

Değerlendirme: Türkiye, Göç Olgusu, Göç Yönetimi ve Göçmenler

Bu çalışmada çağdaş göç olgusu bağlamında Türkiye’nin göç ve göçmenlerle ilgili politikalarına ilişkin yeni yaklaşımları ele alınmıştır. Bu yaklaşımların birçok göçmen kabul eden ülkenin yaptığı hatalara düşmeden ve güncel koşullara uygun olarak kurgulanması, böylece gelecekte daha da önem kazanacak olan küresel mobilitenin coğrafi olarak odak noktalarından birindeki konumu ile ülkemizin göç olgusunun toplumsal bir soruna dönüşmeden farklı bir algıyla düşünülmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.

Küresel göç değişen iklim koşulları, kalkınmada sorunlu olan ülkelerdeki itici dinamikler, nüfusu yaşlanan sanayileşmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal dengelerini korumak için genç göçmen nüfusa olan gereksinmeleri ve kolaylaşan iletişim ve ulaşım olanakları ile güçlenen göçmen ağları nedeniyle önümüzdeki on yıllarda şimdikinden daha çok önem kazanacaktır. Bireyler daha iyi ve güvenli yaşam koşullarına kavuşmak için doğdukları yerden farklı yerlere göç etme eğilimlerini arttırır ve göçmen gereksinmesi sanayileşmiş ülkelerde açıkça dile getirilirken eş zamanlı olarak sınırlayıcı yasal düzenlemelere de gidilmektedir. Bu çelişkili yaklaşımın yukarıda belirtilen nedenlerle yakın gelecekte çok geçerli olamayacağı ve ulusal politikalardaki tutuculuğun yerini ileride uluslararası hukuka uygun göç yönetimine ilişkin esasların alacağı düşünülmektedir. Bu gelişmenin dışarıya karşı sınır duvarları yükseltilmiş olan, ancak kendi içinde aslında çok da itibar edilmeyen bir serbest dolaşım uygulaması geliştiren bölgesel nitelikli uygulamasını Avrupa Birliği örneğinde görmek mümkündür. Bu örnekten yola çıkılarak öncelikle belki küresel olmaktan çok bölgesel göç hareketliliğini arttıracak yapılanmaların hayata geçirileceği tahmin edilmektedir. Göçün değişen niteliği ile uzun süreliden kısa süreliye dönüşmesi, yerleşik yabancı nüfusun bir tehdit olarak algılanması olgusunun ortadan kalkmasına ve kısa süreli nitelikli göç ile daha büyük ekonomik yararlara ulaşılacağı ileri sürülmektedir.

Türkiye, coğrafi konumu, giderek artan bölgesel ağırlığı ve gelişen ekonomisi ile orta vadede bir “göç ülkesi” olmaya adaydır. Bu nedenle şimdiden gerekli önlemleri almak, ulusal göç yönetimi mekanizmalarını en etkin ve demokratik biçimde oluşturmak ve dünyadaki göç politikalarında belirleyici bir konuma gelmek durumundadır. Bu maksatla gerekli mevzuat değişikliklerini ve altyapı çalışmaları ile örgütlenmesini hızla gerçekleştirmek zorundadır. Esasen bu doğrultuda başlayan faaliyetlerin umut verici olduğu görülmekte, çalışmaların hedeflenen yapılanmaya uygun ve demokratik eşgüdüm içerisinde sürdürüldüğü saptanmaktadır. İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının bu konudaki etkin konumları ve duyarlıkları, içinde bulunulan sürecin sağlıklı işleyebilmesi açısından önem taşımaktadır. Türkiye içinde bulunulan süreçte uluslararası deneyimlerden en geniş biçimde yararlanmalıdır.

Can Ünver Kimdir?

O. Can Ünver 16 Mayıs 1954 tarihinde Ankara’da doğdu. Ankara Sarar İlkokul’unda ilköğretimini tamamladıktan sonra TED Ankara Koleji Orta Kısmına devam etti. Bu okulun Lise Kısmından 1972 yılında mezun oldu. 1973 yılında yüksek öğrenim için gittiği Almanya’nın Münih Üniversitesi’nin Sosyal Bilimler Fakültesi’nden (Siyaset Bilimi, İletişim ve Türkoloji) 1981 yılında Magister Artium unvanı ile mezun oldu. 1979 yılında T.C. Münih Başkonsolosluğu Çalışma Ataşeliği’nde Sosyal Yardımcı olarak kamu görevine başladı. 1979–1983 yılları arasında sürdürdüğü bu görevinden yurda döndükten sonra Çalışma Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985 – 1990 yılları arasında Nürnberg çalışma Ataşeliği, 1991 – 1993 yılları arasında Başbakanlık Yurtdışı Vatandaş Konuları Müşavirliği, 1993 – 1998 yılları arasında Hamburg Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ataşeliği 1998 – 1999 yılarında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nde Müşavir, 2000 – 2003 yıllarında da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Dış İlişkiler ve Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlüğü, 2003 – 2007 yılları arasında da Berlin Büyükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşavirliği görevlerini yürüttü. 2007 sonbaharı itibariyle kamu görevinden emekliye ayrılan Ünver, 2002 – 2003 yıllarında Bilkent Üniversitesi’nde Kamu Politikaları dersi vermiştir. Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde tamamladığı doktora tezinin konusu “19. ve 20. Yüzyıllarda Almanya’nın Türkiye Politikalarında Oryantalizmin Yeri”dir. Almanca ve İngilizce bilen Ünver halen Başkent ve Hacettepe Üniversitelerinde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışmakta olup, çok sayıda bilimsel yayını bulunmaktadır. Öncelikli bilimsel ilgi alanları, uluslararası göç, Türk-Alman ilişkileri ve Almanya etütleri ile kamu diplomasisidir. Ünver evli ve üç çocuk babasıdır.

XS
SM
MD
LG