Erişilebilirlik

'Türkiye'nin AB'den Müzakere Tarihi Alması Büyük Olasılık' - 2003-11-28


Avrupa Parlamentosu’nun sosyalist grup üyesi Ozan Ceyhun, İstanbul’daki son saldırıların Brüksel’de yaptığı etki ve yansımaları radyomuza değerlendirdi.

Ceyhun’a göre geçmişteki söylemlerinden dolayı Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarının, laik Atatürk Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine sadık kalarak icraatta bulunduklarına dair kuşkular devam ediyor. Verilen destek ise sadece Avrupa’nın bazı pazarlıklarda daha fazla taviz elde edeceği inancından kaynaklanıyor.

Ozan Ceyhun, Türkiye’ye katılım müzakereleri tarihi verilmesinin mutlaka üye olacağı anlamına da gelmeyeceğini söylüyor.

İstanbul’daki tedhiş saldırıları Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yakınlaştırdı mı, yoksa adaylık sürecini zora mı soktu?

Olayların ardından bu soruya bir yanıt vermek her geçen gün biraz daha güçleşiyor. Avrupa Birliği yetkililerinin ilk günlerde yaptıkları olumlu yöndeki açıklamalar azaldı. Yerini Türkiye’nin aile içine beraberinde getireceği olumsuzlukları ön plâna çıkartan beyanat ve yorumlar aldı.

Genelde, Avrupa halklarının nabzının en iyi tutulduğu merkez Avrupa Parlamentosu’dur.

Kendi içlerindeki hizipleri de dikkate alacak olursak, her siyasi eğilimin görüşü hükümetlere kıyasla daha dürüstçe yansıtılır.

Avrupa Parlamentosu’nun nabzını da en iyi tutanlardan biri Ozan Ceyhun’dur.

Avrupa Parlamentosu’nun sosyalist grup üyesi Ozan Ceyhun, İstanbul’daki son saldırıların Brüksel’de yaptığı etki ve yansımaları radyomuza değerlendirdi.

Sosyalist grup üyesi olmasına rağmen, aşırı sağcılar hariç her siyasi eğilimdeki parlamenterle dostluk ilişkileri kurması ve farklı komisyonlarda yer alması havayı koklamasını kolaylaştırmaktadır.

Ceyhun saldırıların Brüksel’deki olumlu ve olumsuz yansımalarını bakın nasıl anlatıyor:

"Türkiye’ye bir katkısı var, daha sıkı bir dayanışmaya girmeleri. İkinci saldırının gündeme gelmesiyle başlayan terörle mücadelede güvensiz ülke konumunda olmasından yola çıkıp, Türkiye bizim güvenliğimiz açısından sakıncalı bir ülkedir tartışması. Olumlu getirdikleri ile, olumsuz götürdükleri var. Onu da bu şekilde değerlendirmek lâzım."

Ozan Ceyhun’un işin başından beri Aydınlık ve Kalkınma Partisi’ne pek güven duymadığı biliniyor, zaten kendisi de saklamıyor. Buna rağmen hükümetin reform sürecini destekledi, eleştirilecek yerde eleştirdi. Sıkıntılı günlerde Türkiye’nin yanında olunması için çağrılar yaptı. Avrupa Birliği’nden verilen destek ile Ceyhun’un izlediği tavır arasında bir çelişki yok mu?

Ceyhun bu konuda şunları diyor:

"Geçmişte söylemleriyle, laik Türkiye Cumhuriyeti temel ilkelerine aykırı konuşmalar yapan bir birey olarak kendisinin sorumluluk taşıyan biri olmasından dolayı kuşkularım olduğu doğru. Yeşil bir Dünya felsefesine inanan bir insanın Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyet felsefesine ayak uydurabilen ve bunun sorumluluğunu taşıyabilen bir devlet adamı olabileceği konusunda kişisel kuşkularım var. Bertaraf edildiklerini iddia edemem. Ben de bir sorun görüyorum. AB’nin Erdoğan ve Gül ile diğer yandaşlarının sevilip, sayılması da beni şaşırtmıyor.

Siz Türkiye Cumhuriyeti olarak kalkıp Arie Ooslander gibi bir milletvekilinin raporunu överseniz, AB’de sizi sevenlerin sayısı artar. Türkiye’nin bugüne kadar ki açamazı, ya kamyonu duvara doğru sürmek, ya da kamyonu sürmeyip direksiyonu başkalarına teslim etmek ikilemi arasında oldu. Kamyonu duvara doğru sürenlere kızgınlık, direksiyonu teslim edenlere de aşırı sempati olması AB-Türkiye ilişkileri açısından şaşırtıcı bir durum değil.

Benim gönlümde yatan Türkiye’nin politikası ortada olmalıydı. Kamyonu sürmek, duvara çarpmamayı becerebilmek ve onurlu bir şekilde o yola devam etmek olmalıydı. Ancak ben bugüne kadar bunu göremediğim için üzgünüm."

Arie Oostlander’ın Hollandalı Hıristiyan Demokrat milletvekili ve son Türkiye raportörü olduğunu hatırlatalım. Gerçekçi bir değerlendirme yapmak gerekirse Brüksel dürbünü ne gösteriyor? 2004 Aralık ayında Türkiye’ye beklediği yanıt verilebilecek mi?

Ozan Ceyhun, Türkiye’nin kendisinden beklenilen vecibelerini yerine getirmesi ve Kıbrıs sorununda çözüm sağlanması halinde, gelecek yıl sonunda katılım müzakerelerini başlatma kararı alınacağına inananlar arasında yer alıyor. Ama sonrası hakkında kuşkuları var:

"Tayip Erdoğan’ın müzakere günü alma şansının yüksek olduğunu görüyorum. Alıp da bunun iç politika açısından değerlendirmesi yönünde destek verenlerin var olduklarını görüyorum. Türkiye ile pazarlıklarda kullanmak istemeleri meşru bir olay. Ancak Türkiye’nin Erdoğan döneminde aldığı müzakere gününün de, üyeliği getirecek müzakereleri başlatacağı konusunda da bir garanti olmadığını görüyorum.

Evet bugüne kadar hiçbir ülkenin müzakere başlayıp üye olmaması gibi bir durum yoktur. Polonya’nın büyük bir ülke olması, tarım ülkesi olması beraberinde AB’ne çok yük getirmesi diğer 9 ülkeye kıyasla da para açısından çok zorlukların yaşanması yönündeki Verheugen’ün açıklamalarının Türkiye tarafından çok iyi izlenmesi gerekmektedir.

Türkiye Polonya’dan da büyük Polonya’dan daha fazla sorunlara sahip ve müzakere günü almış bir Türkiye’nin belki de bir üyelik değil özel bir statü ile de karşılaşması tehlikesinin var olduğunun da Türkiye’de herkesin bilmesinde yarar var."

Ozan Ceyhun, Türk hükümetinin tedhişle mücadele konusunda Avrupa Birliği ülkelerinin destek vermediklerine dair yaptıkları açıklamaları anlamakta güçlük çekiyor. Çünkü ona göre tedhişe karşı mücadele Avrupa Birliği ülkelerinin çok sıkı tuttukları bir konu, üstelik bu aland Türkiye ile de çok yakın işbirliği ve çalışma içindeler;

"Avrupa ve Alman güvenlik birimlerinin çok sıkı çalıştıkları yani Türkiye’nin sürekli irtibat memurlarının da hazır bulunduğu ve dolayısıyla uyuşturucu şebekelerine karşı birlikte çalışılırken, bu işbirliğinin terör gibi alanlara da yansıdığı gerçeğinden yola çıkarak sıkı bir ilişkinin olduğundan yana kuşkum yok. Bu açıdan suçlamaları kişisel olarak anlayamıyorum. Sıkı bir işbirliğinin olduğu ortamda yasal yollardan açık verilmese de, meslektaşlar arasındaki bilgi alışverişi bazı önlemlerin alınması yolundaki yeterli uyarıların, ilgili yerlere gittiğine inanıyorum.

İstanbul’da güvenlik açısından aksaklıklar olduğunu dürüstçe kabul etmek zorundayız. Son bir yıldır hükümette olan parti döneminde, Türkiye Cumhuriyeti emniyet müdürlüğü ve istihbarat birimlerinde de ne yazık çeşitli nedenlerden dolayı, görevden alınan uzmanların yoklukları da bu eylemlerde kendisini göstermiştir. Türkiye’ye yönelik bu eleştirileri ciddiye almak gerekmektedir. AB cephesinde tedhiş konusundaki birimlerin çok duyarlı olduklarından yana hiç kuşkum yok."

O zaman bir yerde bir terslik var demektir. Türkiye, Almanya’dan aşırı dinci Kaplan’ı, Belçika’dan Fehriye Erdal’ı veya terörist eylemlere karışan diğer kişileri Avrupa’dan isterken samimi değil mi? Tamamen iç kamu oyuna yönelik bir politika mı izliyor? Onların bulundukları ülkelerde kalmalarının bir getirisi mi oluyor?

XS
SM
MD
LG