Erişilebilirlik

14 Mart 2005: Kerkük’te Gerginlik ve Amerika'nın Orta Doğu Politikası


New York Times, Kerkük’te Kürtlerle Araplar arasındaki etnik gerginliği, Irak’ta Sünni ayaklanmasından sonraki en önemli sorun olarak tanımlıyor. Kerkük’ün statüsüyle ilgili tartışmaların Bağdat’taki hükümet pazarlığını da etkilediğini vurgulayan gazete, Kürtlerin yeni Irak meclisinde kazandıkları sandalye sayısıyla büyük bir pazarlık gücü elde ettiğini belirtiyor.

"Kürt liderler, Kerkük için “bizim Kudüs’ümüz” diyor. Kerkük’ün tarihi bir Kürt kenti olduğunu söyleyerek kentin ve petrol yataklarının kendilerine verilmesini istiyor. Kürtler, doktor Caferi gibi Şii liderlere baskı yaparak, kente dönen Kürtlere mallarının bir an önce geri verilmesini, Arap yerleşimcilerin kentten çıkarılmasını, Amerikan işgalinden bu yana Kürtlerin burada denetim altına alamadığı tek kamu kuruluşu olan Kuzey Petrolleri şirketinde daha fazla Kürt istihdam edilmesini istiyor. Bütün etnik gruplar, kentte demografik üstünlüğün kendilerinde olduğunu savunuyor. Ancak 1957 yılından bu yana güvenilir bir nüfus sayımı yapılmış değil."

Washington Post yazarlarından Sebastian Mallaby Dünya Bankası başkanlığı için Kemal Derviş’i öneriyor. Aynı gazetede Jackson Diehl imzalı bir başka makale de dikkat çekiyor. Amerika’nın terörist olarak gördüğü Hizbullah, Hamas ve Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin Ortadoğu’da ciddi bir etkinliğe sahip olduğunu kaydeden Diehl, bölgede gelişen yeni sürecin bu örgütleri de siyasi yaşamın bir parçası haline getirebileceğini vurguluyor. Yazar, bu örgütlerin silahlı mücadele yerine seçim mücadelesine katılmasını Bush yönetimi açısından bir fırsat olarak değerlendiriyor ve böyle bir gelişmenin bu örgütleri aşırı güçler olmaktan çıkartarak ılımlı bir yapıya dönüştüreceğini savunuyor.

"Ancak bu strateji, Amerika’nın Ortadoğu politikasına uzun süredir egemen olan ilkelerin bazıları değişmedikçe işe yaramayacaktır. Bunlardan biri de demokratik bir seçimden İslamcıların zaferle çıkmasının bir felaket olacağı düşüncesidir. Ancak bunun böyle olması gerekmiyor. Anayasaya saygı; Latin Amerika’daki gibi bölgesel mutabakatlarla veya Türkiye’de olduğu gibi ulusal orduyla sağlanabilir. Hizbullah ve Hamas, kendi ilan ettikleri ateşkese uydukları sürece, Amerika bu tür örgütlere karşı başlıca mücadele biçimi olarak baskı uygulamaktan vazgeçmeye hazır olmalıdır. "

Christian Science Monitor, Amerika’nın nükleer programından vazgeçmesi karşılığında İran’a önerdiği ekonomik teşviklerden hareket ederek, Washington yönetiminin Ortadoğu politikasında sopa yerine havuç anlayışını öne çıkarttığı yorumunda bulunuyor. Gazete, teşvik yönteminin Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde işe yaradığını da hatırlatıyor.

"Eğer doğru biçimde kullanırsa, Amerika’nın Ortadoğu’da hala büyük bir etkinliği var. Diktatörlüğün kurumlarını yerinden sökmek kolay değil, zor bir iştir. Cezalandırma yöntemi buraya kadar işe yaradı. Ama artık bir parmak bal çalmak, daha iyi bir tercih olabilir."

Heritage Vakfı’ndan Peter Brookes ise New York Post’taki makalesinde Amerika-Çin ilişkilerini irdeliyor. Çin’in hızla küresel bir süper güç haline geldiğini belirten yazar, bunun Amerikan dış politikası açısından en önemli stratejik mesele olduğunu savunuyor. Brookes, Washington-Pekin ilişkilerinin istikrarlı bir dönemden geçmesine rağmen, siyasi hatta askeri bir çatışma potansiyelinin de hızla arttığına dikkat çekiyor.

"Şu anda en büyük kaygı konusu Çin’in askeri yapılanması. Çin’in silahlanması, savunma ihtiyaçlarının çok ötesinde. Endişenin en yüksek olduğu yer ise Tayvan. Pekin yönetimi, Kuzey Kore’nin nükleer programı konusundaki altılı görüşmeleri de Amerika’nın Tayvan’a verdiği destek gibi hassas konularda bir koz olarak kullanıyor. Pekin ayrıca, Ortadoğu’da İran’ın elini güçlendirerek Amerika’nın stratejik dikkatini dağıtmaya çalışıyor."

XS
SM
MD
LG