Erişilebilirlik

"Türkiye'de Sansür İlk Mürekkep Kaleme Damladığında Başladı"


Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu Türkiye'de gazeteciliğin durumunu anlatan “Cenderedeki Medya-Tenceredeki Gazeteci” kitabını Amerika'nın Sesi muhabiri Hilmi Hacaloğlu'na değerlendirdi.

Türkiye özellikle iki gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklandığı 6 Mart 2011 tarihinden bu yana “ifade ve basın özgürlüğü” meselesini çok daha yoğun bir biçimde tartışıyor. Bugün cezaevinde çoğu Kürt kökenli ya da Kürt basınında çalışan 100’e yakın gazeteci var.

Aslında cezaevinde tutuklu bulunan gazeteci sayısını “yaklaşık” vermek de Türkiye’deki gazeteci örgütlerinin ayıbı olarak da duruyor.

Basın özgürlüğü geriliyor

Türkiye’deki durum Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından da yakından izleniyor. RSF’nin Ocak ayında yayınladığı “Basın Özgürlüğü Endeksi”nde Türkiye bir önceki yıla göre 10 sıra gerileyerek 179. sırada yer buldu.

Kongo, Uganda, Tunus ve Nijerya gibi ülkelerin endekste Türkiye’nin önünde yer aldığını belirtmekte fayda var.

Öteden beri tutuklu yargılanan gazetecilerin, gazetecilik faaliyetinden ötürü cezaevinde olmadığını söyleyen hükümet, bu endeksi de dikkate almadı. En son bu ayın ilk haftasında Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, tutuklu gazeteci sayısını 92 olarak telaffuz etti.

Bağış’a göre, “tutuklu bulunan gazeteciler esas olarak, anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olmak, terör örgütü propagandası yapmak, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etme, terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme, basın yoluyla örgütün veya amacının propagandasını yapmak gibi ağır suçlar nedeniyle tutuklu bulunmaktadır."

Terörle Mücadele Kanunu’na itirazlar

Egemen Bağış’ın tarif ettiği suç fiillerinin neredeyse tamamı gazetecilerin varlığına itiraz ettikleri Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yer alıyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti avukatı Fikret İlkiz, TMK’nın özellikle “terör örgütünün ya da amacının propagandasını yapmayı ve bu suçun basın yoluyla işlenmesinin” cezalandırılmasını düzenleyen 6. maddenin kaldırılmasını talep ediyor. İlkiz, “demokratik ülkelerde insanları ‘özgürlük ya da güvenlik’ arasında tercihe zorlayamazsınız. Özgürlük esastır” diyor.

Türkiye’de basın özgürlüğü dışında, uzun tutukluluk süreleri, basının iktidarla ilişkisi, sansür, oto sansür, medyanın yapısı da tartışılıyor. Bu tartışma sürecine en son katkı gazeteci Ertuğrul Mavioğlu’ndan geldi.

13 ayı aşkın tutukluluğunun ardından 12 Mart’ta tahliye edilen Ahmet Şık’la birlikte “Kırk Satır mı Kırk Katır mı-Ergenekon’u Anlama kılavuzu kitabını kaleme alan Mavioğlu bu kez de “Cenderedeki Medya-Tenceredeki Gazeteci” kitabıyla bugüne ayna tutuyor.

Susurluk sürecinde yaptığı haberlerle hatırlanan Mavioğlu 1985’ten beri gazetecilik yapıyor. Uzun yıllar Radikal gazetesinde çalıştıktan sonra en sonra IMC televizyonunda haber koordinatörlüğü görevinden geçtiğimiz aylarda istifa etti.

‘Kitabı yazarken gerçeğe sadakati temel aldım’

“10 sene sonra yazınca bir tarih yazıyorsunuz ben bugün yazarak bir tavır koydum. Gerçeğe doğruya sadakati temel alan bir tavır”. ‘Niçin şimdi yazdın’ sorusuna böyle yanıt veriyor Mavioğlu ve ekliyor, “bundan sonra ana akım medyada yer alamayacağımı biliyorum, bu benim için gemileri yakma kitabı oldu”.

Mavioğlu ile yağmurlu İstanbul gününde Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in de müdavimleri arasında bulunduğu Lebon Pastanesi’nde buluştuk. Ben sordum, Ertuğrul Mavioğlu hiç yan yollara dolanmadan cesur ve açık yanıtlar verdi.

‘Gemileri yaktım ana akımdan iş beklemiyorum’

Kitap nasıl ve neden ortaya çıktı?

“Son yıllarda medyada çok ciddi değişim söz konusu. Bir sürü gazeteci tutuklanıyor, bazı medya grupları el değiştiriyor, patronlar değişiyor, bazı patronlar yayın politikasını değiştirmek için yayın kadrosunda değişime gidiyor. Herkes muhalif gazeteciler etkisiz kılınmaya başladı fikri dile getiriyor. Gazete mutfaklarında çalışan gazeteciler ciddi değişime uğradılar. Bunların tümünün toplam tarife ihtiyacı vardı. Kimse bunu yapmayınca ‘ben yapayım’ dedim. Medyadaki genel dönüşümü yazdığınız zaman, yani tüm grupları yazınca, benim açımdan ana akım medyayla gemileri yakma kitabı oldu, ben onlardan iş beklemiyorum.”

Türk basının bu sorunlu döneminin en önde gelen müsebbibi kim?

“Bunun en önemli sorumlusu, gerçek ve doğru için direnme kabiliyetini kendilerinde oluşturamayan gazetecilerdir. Onlar tekelci medya deniyor ama o işleri kim yapıyor? Gazeteciler yapıyor. Elbette sebep sonuç ilişkisi var ama ben önce kendi meslektaşıma sorarım.”

‘Türkiye’de sansür ilk mürekkep kağıda damladığında başladı”

Kitabın arka kapağında bir alıntı var, ‘Onlar, dizlerinizin üzerinize çökmüş olduğunuz için büyük görünüyorlar; ayağa kalkın!’

"1789 Devrimi’nin şiarıdır. Kitlelerin ayaklanmasının önünü bu slogan açmıştı. Ben biraz memleketteki durumdan yola çıkarak gazetecinin boyun eğdirilmiş görüntüsü için ‘siz çalışmazsanız onlar yayın yapamaz’ diyorum. Bu ütopik görünüyor, elbette patron var ama gazeteciliğin bir ayakkabı üretmekten tencere tava üretmekten de farklı. Gazeteci yaptığı haberle toplumsal anlamda sorumludur. Toplumun haberdar edilmesinde rol üstlenir. Gazetecinin patronuna karşı değil esas topluma karşı sorumludur. Bu prensipler unutulmuş vaziyette! Medya yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada tekellerin talep ettiği rıza üretiminin bir parçası haline dönmüş vaziyette, toplumun bilincini şekillendiriyor. Kim için? Tabii büyük sermayedar ve hükümetler için.”

Gazeteciler sorumlu ama iktidarın rolünü nasıl görüyorsun?

“Türkiye’de sansür ne zaman ortaya çıkmıştır? Mürekkep kağıdın üzerine damladığı an sansür ortaya çıkmıştır. Tüm yayın organları hükümetler tarafından kontrol altına alınmak istenir. 12 Eylül kırılma dönemiydi. 12 Eylül’de artık gazetecilerin nasıl gazeteler yapmaları gerektiği komutanlar hatta çavuşlar tarafından gösterildi. Onlara boyun eğen gazeteciler sonra gazetelerde söz sahibi oldular: 12 Eylül’de edindikleri kötü/devletçi refleksleri hiçbir zaman terk etmediler. Bu da sonraki iktidarların işlerini kolaylaştırdı. İşbaşına gelen iktidarlar zor karşısında medyanın diz çöktürülebilir i olduğunu gördüler. Diğer yandan medya organları büyük sermaye grupları tarafında tercih edilir bir alan haline geldi. Büyük sermayenin başka alanlarda yapmış olduğu yatırımlarda bir silahı ya da lojistik güç olarak kullanıldı. Kimi zaman bir şantaj olarak kimi zaman hükümetin veya güç sahiplerinin kendilerini ifade etmeleri için güçlü bir zemin sağladılar. Bunlar iktidarla büyük sermayenin medyasını içi içe geçirdi.”

‘Hükümetin medyayı dönüştürme stratejisi’

“Bu kitap önceyi olumlamadan bu dönemi iki şekilde konu ediyor. Bir şirketlerin el değiştirmesi iki teslim olmaları boyutuyla! Büyük medya sahiplerine kimi kez vergi cezalarıyla kimi kez yeni yatırım alanlarına girişinin engellemek suretiyle yeni bir ayar verildi. Ben buna medyanın ele geçirilme stratejisi diyorum. AKP yeni bir rejim ihdasıysa eğer; Ergenekon operasyonları, ordudaki değişim, polisteki değişim, yargıdaki değişim, bunların hepsi bir bütün olarak ele alındıysa bunun bir parçası olarak medyadaki değişimi de birlikte okumak gerek. AK Parti hükümeti ya da AK Parti-Gülen Hareketi koalisyonuyla oluşmuş olan iktidar, yeni güç organizasyonunda medyayı da dönüştürme yolunda bir strateji uyguladı diye düşünüyorum.”

Medya şirketleri ya iktidara yakın işadamı gruplarının eline geçti ya da çeşitli ceza, engelleme ve baskılarla sindirilerek hükümetle uzlaştırıldı diyorsun?

“Şirketlerdeki dönüşüm gazetelerin iç yapısında da dönüşüme yol açtı. Çok sayıda köşe yazarı işten atıldı yerlerine yeni aktörler geldi. Çok sayıda televizyon ve gazetenin haber merkezlerinde mesleğin namusuyla görev yapanlar işlerinden atıldı daha çok cemaate veya hükümete yakın gazetecilerle yerlerinin doldurulması sağlandı. Bu da doğrudan doğruya habere bakışı ve haberi algılamayı değiştirdi. Hükümeti eleştirmeyen, daha çok hükümetin güçler dengesi içerisindeki rolünü daha pekiştirmeye yönelik, hükümetin operasyonlarına kayıtsız destek veren, hükümetin ihdas etmeye çalıştığı yeni rejimi öven ideolojik bir gazetecilik hakim oldu. Ve yeni bir yöntemle karşılaştık. Ben buna “servis haberciliği” diyorum.”

‘Emniyet spotuyla, fotoğrafıyla, metniyle haber servis ediyor’

Servis haberciliği derken polis ve savcıdan alınan haberleri kast ediyorsun. Bu eskiden de vardı, yeni olan ne?

“Eskiden de sızdırma bilgiler alınırdı. Savcıyla, polisle ilişki kurulurdu Ancak şimdi emniyet kaynaklı özellikle rıza üretimine yönelik yeni tipte bir servis haber olgusu ortaya çıktı. Başlığıyla, alt başlığıyla, spotuyla, fotoğrafıyla tam da bir gazeteci haberi gibi hazırlanmış bültenler yapılıyor. Ben de kitabıma bu bültenlerden birini koydum. Bunu emniyetteki polis muhabirlerinden aldım. Kitabımı okuyan görecektir ki kimse bu “servis haberleri” emniyetin iddiası olarak yazmadı, kendi haberiymiş gibi yazdı.”

Gazeteciler Emniyet’in verdiği haberi olduğu gibi kullanıyor, herhangi bir süzgeçten geçirmiyor diyorsun?

“1985’ten beri gazetecilik yapıyorum bugüne benzer örneklere tanık oldum. Bugünün ayırt edici tarafı, bunu organize olarak yapmalarıdır. Şimdi servis ettikleri bültenin nasıl yayınlandığını da takip ediyorlar. İstedikleri gibi yazılmamışsa onlara haber vermiyorlar. Verirken de pazarlığı o şekilde yapılıyor. Şunu şu başlıkla yazacaksın diye veriyorlar.”

‘İlk defa iktidar medyanın yüzde 90’ına sahip’

Kitabında bazı gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma hamlelerini de yazıyorsun?

“Evet, itibarsızlaştırma operasyonu yürütülüyor. 28 Şubat’ta bile uygulanmayan yöntemler şimdi uygulanıyor. Daha dün bir gazete (Yeni Akit) Bilgi Üniversitesi’ndeki bir doçent (Doç. Esra Arsan) için üniversitede ‘bir PKK’lı’ diyebiliyorsa, ya da Ruşen Çakır Fenerbahçe ile ilgili yazı yazdığında Ruşen Çakır’ın kirli geçmişi diye yazılıyorsa veya Ahmet Şık’ı savunduğum için bana aynı itibarsızlaştırma operasyonu uygulanıyorsa bu psikolojik savaştır. Benim iddiam odur ki muhalif duruş sergileyen yayın organlarının oranı, -Yeniçağ’ı filan koyarak da söylüyorum- yüzde 10’lar düzeyindedir. Tek Parti döneminden bu yana ilk defa bir iktidar, medyanın yüzde 90’ına sahip durumda.”

‘Örgütsel gazetecilik tarifiyle beyinlere korku salınıyor’

Tutuklu gazeteciler meselesini de enine boyuna işliyorsun?

“Tutuklu gazeteciler meselesi, doğrudan doğruya basında gazetecileri susturmanın bir yöntemi. Yalnız onu işsiz bırakmıyorsun arkadaşını da korkutuyorsun, gözdağı veriyorsun. Tutuklu gazetecilerin varlığı, diğer gazetecilere ne yazılır ne yazılamaz, hangi konuda konuşulur hangi konularda konuşulamaz onu öğretiyor. 36’sı tutuklu 44 gazetecinin yargılandığı KCK iddianamesi de bu kapsamda görülmeli. Hepimize mesaj veriliyor. İddianamede, gazeteci görünümünde protesto gösterisine katılmak diye bir suç tanımlanıyor. Biz de Ahmet ve Nedim için sokaklarda gösteri yapmadık mı? Uludere ile ilgili haber yaptın, Van’la ilgili haber yaptın, devleti yıpratma amacı güdüyorsun, suç! Bu haberler peşinde koşmak ‘örgütsel gazetecilik’ olarak tarif ediyorsa bütün gazetecilerde ‘biz bu konulara girmeyelim’ algısını yerleştirmiş olunuyor. Sansürler aynı zamanda gazetecilerin beynine korku salınarak da yapılıyor.”

XS
SM
MD
LG