Bugünlerde Amerikan sinemalarında gösterilen “The Morning Glory”, sabah programlarının kaderini ve iki deneyimli televizyon sunucusunun rating pahasına magazin haberlerine ağırlık verilmesine tepkisini konu ediyor.
Filmde Harrison Ford, Mike Pomeray adlı çok ödüllü emekli bir televizyon habercisidir. Amerika’nın en iyi habercilerinden biri olarak tanınmış, büyük televizyonlardan çok sayıda ödül kazanmış bir televizyoncudur. Mike, “sabah programları” olarak başlatılan akımı, haberden çok magazine ağırlık verilmesini ve kendi deyimiyle sunucuların “zor ve kabul edilemez roller üstlenmeye zorlanmasını” kabul edilemez görmekte ve izleyicilerin bu “boş ve kalitesiz” programları izlemesini aptallık olarak nitelemektedir.
Film, televizyon prodüktörü Becky’nin (Rachel McAdams) küçük bir televizyon istasyonunda bir sabah programını yönetirken işsiz kalmasıyla başlıyor. Bütçe kesintileri yüzünden çok sevdiği işinden ayrılmak zorunda bırakılan Becky, inatla iş arar ve sonunda ratinglerde 4’ncü durumdaki Daybreak adlı sabah programıyla anlaşır. Televizyonun amacı, ratinglerde bir numaraya çıkmaktır ve TV yöneticileri Becky’nin ısrarlı tutumu ve enerjisinin yararlı olacağını düşünürler.
Becky, işe başlar başlamaz, deneyimli ancak aksiliğiyle ünlü program sunucusu Colleen Peck’in (Diane Keaton) yanına yeni bir sunucu aramaya başlar. Televizyonda çalışan herkes, programın dördüncü olmasından memnundur ve işlerini garanti görmektedir.
İşe başladığı ilk gün programın erkek sunucusunu işten kovan Becky, Mike Pomeroy’un sözleşmesinde onu ikna etmesini sağlayacak bir madde yakalar. Mike işe dönmezse televizyon istasyonuna 6 milyon dolar tazminat ödemek zorunda kalacaktır. Ancak Mike, çoktan emekliliği benimsemiş, kendisini ava ve içkiye vermiştir.
Mike hiçbir şey yapmamaya niyetli olduğunu birkaç kez canlı yayında da gösterir ve ratingler düşmeye başlar. Ancak Becky, programın geleceği için elinden geleni yapmaya kararlıdır . Nitekim bir süre sonra program canlandırmayı başarır ancak Mike Pomeroy’u programın bir parçası yapması kolay olmaz.
Sonunda Mike’ın programın geleceğinin ve birçok çalışanın işinin ona bağlı olduğunu anlamasını sağlayan Becky, aldığı daha iyi bir iş teklifine rağmen Daybreak’te kalır.
Buarada tabii Becky’nin aynı televizyonda çalışan bir de aşkı vardır. Ancak genç prodüktörün işi öyle yoğundur ki bu aşk ilişkisi başlamakla bitmek arasında birçok kez gidip gelir.
Eğlenceli bir film. En büyük yararı belki de stüdyoda dönen dolapları, yaşanan bütçe sıkıntılarını, işini seven yayıncıların katlanmak zorunda kaldıkları durumları ve kamera arkasındaki koşuşturmayı göstermesi. Yayıncılığın ve özellikle de televizyonculuğun ne kadar emek gerektiren bir iş olduğunu, perde arkasındaki büyük bir ekibin gece gündüz nasıl çalıştığını görmek belki de ekranda izlediğimiz programların ne kadar büyük çabalarla biraraya getirildiğini anlamamız açısından yararlı. Buarada bir işi severek ve azimle yapmanın başarının sırrı olduğu mesajını da veriyor film.
Deneyimli oyuncular Diane Keaton ve Harrison Ford’un varlığı da filmi görmek için bir neden. Ford’un homur homur homurdanması, Keaton’ın bugün neredeyse Amerika’da ve dünyada bütün sabah programlarında olduğu gibi her kılığa girmesi televizyonlarda rating uğruna yapılanların güzel bir özeti.
Genç oyuncu Rachel McAdams’ın enerjisinin filme renk kattığına kuşku yok.
“The Morning Glory” Oscarlık bir yapım değil ama, yağmurlu bir haftasonunda iki saatinizi sinemada geçirmek istiyorsanız, sıkılmadan izleyebileceğiniz bir Hollywood filmi.