Erişilebilirlik

Çözüm Süreci’nde Sona mı Gelindi?


Diyarbakır'daki Nevruz kutlamaları
Diyarbakır'daki Nevruz kutlamaları

Türkiye’nin Kürt Sorunu’nunu çözmek için başlattığı süreç altıncı yılında. Oslo görüşmelerinin sızdırılması, Paris'te üç PKK'lı kadının öldürülmesi, MİT müsteşarının ifadeye çağrılması, süreci zora sokan gelişmeler olarak kayıtlara geçti. Altı yıl boyunca bunlar gibi bir çok olumsuzluğa rağmen, taraflar çözüm sürecini sürdürmekten vazgeçmedi. Ancak gelinen noktada süreç için tehlike çanları çalmaya başladı. Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesindeki PKK kamplarına yönelik başlattığı hava operasyonlarına karşı örgütün yeni bir saldırı dalgası başlatması, sürecin akıbetini tartışmaya açtı. Peki süreç boyunca neler yaşandı?

İlk adım Özal’dan

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından beri süren Kürt sorunu PKK’nın 1984 yılında silahlı mücadeleye başlamasıyla yeni bir boyut kazandı. 30 yılı arkada bırakan silahlı çatışmalardan geriye 10 binlerce ölü, milyarlarca dolar maddi kayıp, binlerce faili meçhul cinayet, boşaltılan köyler ve dramlar kaldı. Çözüm adına dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başlattığı ilk girişim, Özal’ın ölümüyle sonuçsuz kaldı. Özal’dan sonraki en ciddi çözüm girişimi 2009 yılına denk geldi. Sürecin başlangıcı olarak kimi çevreler Oslo görüşmelerini başlangıç kabul etse de, genel kabul gören başlangıç tarihi dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamaları oldu. Gül 11 Mart 2009 tarihinde uçakta yaptığı açıklamada, Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacağını söyledi. Gül’ün açıklamaları bununla da kalmadı. 24 Mart 2009’da Bağdat'a giderken uçak Irak Kürt Bölgesi için "Kürdistan" ifadesini kullanırken, 9 Mayıs 2009’da,"Kürt sorunu Türkiye'nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir" açıklamasını yaptı. Ağustos ayında Bitlis’i ziyaret eden Gül, Güroymak ilçesinin Kürtçe adı olan ‘Norşin’i kullandı. Türkiye’de bu gelişmeler yaşanırken, MİT de, Oslo’da PKK ile gizli görüşmelere başlamıştı. Daha sonra basına sızacak olan ses kayıtlarına göre görüşmeleri MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, KCK üyesi Mustafa Karasu, PKK üyesi Sabri Ok, Kongra-gel Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcileri yürütüyordu.

Bu sırada ateşkes konumunda olan PKK da, eylemsizliği 31 Mayıs 2009’a kadar uzattığını açıkladı. 2009, hükümet açısından da yoğun geçti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, çalışmalar hakkında basına bilgi verdi, toplumun değişik kesimlerinden destek istedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, DTP Lideri Ahmet Türk ile görüştü.

Habur’daki görkemli karşılama

Sürecin en önemli olaylarından biri 2009 yılı ekim ayında yaşandı. PKK Lideri Abdullah Öcalan, iyi niyet göstergesi olarak, 34 kişinin Türkiye’ye gelmesi talimatı verdi. Bir kısmı dağ kadrosunda, bir kısmı ise örgütün denetimindeki Irak Kürt Bölgesindeki Mahmur Kampından olmak üzere 34 kişi Habur Sınır kapısından Türkiye’ye gelip teslim oldu. Gelenler için Habur Sınır Kapısında mahkeme kuruldu. Tamamı serbest bırakıldı. Daha sonra tartışmalara ve tepkilere neden olacak şekilde karşılandılar. Yaklaşık 50 bin kişi sınır kapısında toplanarak, gelenleri karşıladı. Gruptakilerin bazılarının gerilla kıyafetiyle gelmesi siyasetin bir anda gerilmesine neden oldu. Muhalefete hükümete, hükümet de Kürt tarafına tepki gösterdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri, "Milli birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız" sözleri sürecin devamını işaret etti. Ancak süreç ilk sıkıntını aralık ayında yaşadı. Anayasa Mahkemesi, oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekilliğinin düşürülmesi kararlaştırıldı. Öcalan’dan "demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatı heba edildi; ancak henüz geç değil" açıklaması geldi.

Bu sırada hükümet, sürece ilişkin yasal düzenlemelere de başladı. Cezaevlerinde Kürtçe görüşme yapılmasına, özel kanalların farklı dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına, farklı dil ve lehçelerde enstitü, araştırma merkezi kurulmasına izin verildi. Yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının asgari seviyeye indirilmesi için valiliklere genelge gönderildi.

Ses kayıtları basına sızdı

Ancak Habur’dan gelen gruptan önce Lütfü Taş, Öcalan için "Sayın" ifadesini kullandığı gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırılması, daha sonra 13 kişi hakkında tutuklama kararları verilmesi, hesapları alt üst etti. PKK’nın birkaç gün sonra Tunceli'de karakol saldırarak 4 askeri öldürmesi tansiyonu iyice yükseltti. Örgüt ateşkesi önce 20 Eylül ardından 1 Ekim’e kadar uzattığını duyurdu. Ancak bu sırada çözüm sürecinden söz eden kimse kalmamıştı. 2011’de Aysel Tuğluk, Öcalan için ev hapsi istedi. Bir süre sonra avukatları aracılığıyla açıklama yapan Abdullah Öcalan "15 Haziran'dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya, ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükümet 3 ay bile dayanamaz" dedi. Çözüm sürecindeki ilk perdenin kapanmasına neden olan olaylar zinciri 13 Eylül 2011’de başladı. MİT ve PKK’lıların görüşmelerine ait ses kayıtları basına sızdırıldı. Ses kayıtları siyasette bomba etkisi yaptı. Kayıtlardan 6 ay sonra Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’i şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdı.(Çağrılanlar ifadeye gitmeyince haklarında yakalama kararı çıkarıldı. MİT kanunu değiştirilerek, soruşturma başbakanın iznine bağlandı. Bu olay AKP-Cemaat çekişmesinin fitilini ateşleyen ilk olay olarak kabul edildi)

Uludere faciası

Türkiye sürecin siyasi çalkantılarıyla uğraşırken, PKK da saldırılarının dozunu arttırdı. 19 Ekim 2011’de Hakkari’nin Çukurca ilçesinde saldıran PKK 24 askeri öldürdü. Gaziantep'te bombalı araçla düzenlenen saldırıda 10 kişi öldü, 9'u ağır 66 kişi yaralandı. Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un, yeni bir başlangıç yapılması gerektiği, bunun yolunun da Öcalan ile müzakerelerin yeniden başlatılmasından geçtiğini açıklaması yankı bulmadı.

Çözüm sürecindeki en önemli olayı 28 Aralık 2011 tarihinde yaşandı. Türk Hava Kuvvetlerinin, Şırnak'ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak topraklarında F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda 34 kişi hayatını kaybetti. Olayla ilgili soruşturma takipsizlikle sonuçlandı. Tartışmaları ise hala sürüyor.

Çatışmalar, ölüm haberleriyle tıkanan süreç KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın, Eylül ayında yaptığı açıklamayla sona doğru geldi. Aydar, sürecin tıkanmasından hükümeti sorumlu tutarken, görüşmelerin yeniden başlamasını istediklerini açıkladı. Çözüm sürecinin ilk perdesi ise dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarıyla kapandı. Erdoğan, Oslo görüşmelerinin çözüme yönelik olarak yapıldığını belirterek, görüşmelerin PKK tarafından sızdırılması ve samimiyetsizlik nedeniyle görüşmelere son verdiklerini açıkladı. Bu sırada 15 Ekim 2012’de kurulan Halkların Demokratik Partisi HDP, Kürt tarafı adına görüşmelere katılmaya başladı.

Bu açıklamalarla umut yerini karamsarlığa bıraktı. Çözüm başak bahara mı kaldı?

Çözüm sürecinde ikinci perde

Ancak Erdoğan bu açıklamalarından kısa süre sonra yeni bir umut belirdi. 2012 yılının son günlerinde habercilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Kürt sorununa çözüm bulmak için Abdullah Öcalan'ı ziyaret ettiğini duyurdu. Açıklamanın üzerinden daha bir hafta geçmemişti ki, Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat Ata İmralı'ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştü. Açıklamalar ve görüşmeler yeni bir sayfanın açıldığına işaretti. Çözüm süreci boyunca bir çok kesimin merak ettiği bir konu da, Türkiye siyasetinde etkisi sürekli tartışma konusu olan Gülen Cemaatinin fikriydi. Fethullah Gülen’in sürece destek açıklaması umutları daha da arttırdı.

Ancak ikinci perdenin daha ilk günlerinde yine ölüm haberleri geldi, haberler bu kez PKK cephesindendi. 9 Ocak 2013’te PKK'nın kurucu üyelerinden Sakine Cansız ve Kürt aktivistler Fidan Doğan ile Leyla Söylemez Paris'te öldürüldü. Cinayet zanlısı Ömer Güney’in MİT ile ilişkili olduğu iddiaları kafaları karıştırdı. Tartışmalar arasında İmralı adasına yeni bir heyet gitti. BDP Grup Başkanı Pervin Buldan, İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Diyarbakır milletvekili Altan Adalet Bakanlığı'nın özel izniyle adaya giderek, Öcalan’ın yol haritasını kendisinden dinledi. Öcalan BDP heyetiyle Kandil'e, PKK'nın Avrupa ayağına ve kamuoyuna bir mektup gönderdi.

“Akil İnsanlar” dönemi

Öcalan örgüte gönderdiği mektupta, rehin tuttuğu kişileri serbest bırakma çağrısı yaptı. Bu çağrıya uyan örgüt, elindeki tüm rehineleri Türkiye’den Irak’a giden heyete teslim etti. Bu arada BDP heyeti ve Öcalan arasında geçen görüşmenin tutanaklarının yayınlanması hem tepki hem tartışmaları beraberinde getirdi. Gizli bir elin süreci sabote ettiği ileri sürüldü. Tartışmalara Öcalan’ın nevruz’da Diyarbakır’da okunan mektubu son noktayı koydu. Abdullah Öcalan, hem Türkçe hem Kürtçe okunan mektubu, PKK'nın silahlı güçlerini Türkiye topraklarından çekmesinin ve ateşkesin başlangıcı oldu. Örgüt Türkiye’den çekilmeye hazırlanırken, hükümet de çözüm sürecini halka tanıtmak ve teşvik etmek için "Akil İnsanlar" adı verilen bir komisyon kurdu. CHP ve MHP çözüm süreci için mecliste kurulacak komisyona üye vermeyeceklerini ve bu komisyonda herhangi bir görev almayacaklarını duyurdu. Başbakan Erdoğan’ın geri çekilen PKK’lıların silahlarını bırakmasını istemesi yeni bir tartışma başlattı. Ancak 8 Mayıs’ta çekilmeye başlayan PKK’lılar silahlarını da beraberlerinde götürdü. Hükümet geri çekilmenin başlamasının ertesi günü ‘Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu’ kurdu.

Fakat ilk olumlu gelişmelere rağmen örgüt cephesinde olumsuz açıklamalar gelmeye devam ediyordu. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, devletin süreci sabote ettiğini bu yüzden sürece dair ciddi kaygılarının oluştuğunu söylemesi, bir süre sonra yerine gelen Cemil Bayık’ın, hükümetin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçmemesi ve hükümetin adım atmaması durumunda süreci bitireceklerini açıklaması kaygıların canlanmasına neden oldu.

Örgütten bu açıklamalar geledursun, hükümet yasal düzenleme yapmaya devam etti. Başbakan Erdoğan’ın 1 Ekim 2013’te açıkladığı demokratikleşme paketinde, çözüm süreciyle ilgili farklı dilde eğitim, seçim barajında değişiklik, eski köy isimlerinin verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, "x, w, q" harflerinin kullanılabilmesi gibi düzenlemeler getirildi.

Çözüm süreci günlük hayatta da etkisini göstermeye başladı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine Türkçe ile birlikte Kürtçe "Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi" yazılı yeni bir tabela asıldı. Türkiye'nin Kürdistan adı taşıyan ilk siyasi partinin kurulması da çözüm sürecine denk geldi. Çözüm sürecinin en önemli tartışma konularından biri olan KCK tutukluları da 2014 yılında serbest bırakılmaya başlandı. Aralarında cezaevindeyken milletvekili seçilen isimlerin de bulunduğu onlarca KCK mahkumu, yasal düzenlemeyle serbest kaldı. Bırakılanlar arasında Hatip Dicle gibi sembol isimler de vardı.

Günlük hayatta sürece bağlı olumlu gelişmeler kadar tepki çekenler de oldu. Diyarbakır’da bir gösteri sırasında 2. Hava Kuvveti Komutanlığı'ındaki Türk bayrağının indirilmesi, yine Diyarbakır Lice'de PKK'nın ilk kurucularından Mahsum Korkmaz’ın heykelinin dikilmesi 2014 yılının Türkiye’nin batısında oldukça sert tepkiyle karşılanan olayları oldu. KCK heykelden haberlerinin olmadığını açıkladı. Bayrağı indiren kişi yakalanırken, heykel mahkeme kararıyla yıkıldı.

Fidan- Öcalan görüşmesi

Cemil Bayık 10 Temmuz 2014’te yaptığı açıklamada, PKK'nın tamamen silah bırakması için "Öcalan'a özgürlük" ve "anayasal güvence" şartlarını öne sürdü. Açıklamaya devlet katında yanıt verilmedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çözüm sürecini kapsayan "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’u imzalayarak sürece resmiyet kazandırdı. Bu sırada Abdullah Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede çözüm sürecinde müzakerelere geçilmemesinden rahatsızlık duyduğunu ve artık sabır taşının çatladığını açıkladı. Bu açıklamadan kısa süre sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı'ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştü.

Çözüm süreci kendi mecrasında ilerlerken, Türkiye’de de siyasi alanda değişimler yaşanıyordu. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün yerine cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan’dan boşalan başbakanlık koltuğuna Ahmet Davutoğlu oturdu. Sürecin önemli isimlerinden Beşir Atalay yeni kabinede yer almadı. Atalay’ın kabinede yer almaması soru işaretlerine yol açsa da, BDP milletvekili İdris Baluken’in çözüm sürecinde "müzakere" aşamasına geçileceğini belirtti ve bu müzakerelerin yazılı anlaşma haline gelmesini istediklerini açıklaması herkesi rahatlattı. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in "Hükümet yol haritasını bize vermedi, basından öğreniyoruz. Keşke görüşümüz sorulsaydı. Hükümet silahsız çözüleceğini söyledi, analar ağlamasın isteriz. Çözüm sürecinde kımızı çizgiler aşılırsa gerekli cevabı veririz" açıklaması yeni bir tartışmanın kapılarını araladı.

Kobani’deki çatışmalar

Çözüm sürecinin ikinci perdesinin en önemli olayı Suriye’nin Kobani kentinde yaşanan çatışmalar oldu. IŞİD’in saldırdığı kenti Kürt güçleri savunuyordu. HDP Türkiye’yi IŞİD’e destek olmakla suçlarken, Kobani'nin düşmesi durumunda çözüm süreceğinin biteceğini açıkladı. Öcalan’ın hükümete adım atması için 15 Ekim’e kadar süre vermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Kobani düştü düşecek’ sözleri çözüm sürecinin belki de en gerilimli günlerinin yaşanmasına neden oldu. Gerilim bir süre sonra sokağa taştı. Bir çok ilde düzenlenen gösterilerde 50’ye yakın kişi öldü. Diyarbakır’da Hüda-Par yanlısı gençlerin balkondan atılarak öldürülmesi tüm Türkiye’de tepkiye karşılandı. Hükümet ve Kürt tarafı karşılıklı birbirlerini suçladı. Tartışmalar sürerken Bingöl’de Emniyet Müdürü'ne yönelik silahlı saldırıda, Emniyet Müdür Yardımcısı ve bir başkomiser öldürüldü. Kısa süre sonra bir araçta olayın faili olduğu açıklanan 4 kişi öldürüldü. Öldürülenlerin saldırıyla ilgileri tam olarak ispatlanamadı.

Çözüm süreci bir kez daha tehlikeye girmeye başlamıştı. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Kobani ve Türkiye'de yaşananlardan hükümeti sorumlu tutarak, çektikleri bütün birliklerini Türkiye'ye geri gönderdiklerini açıklamasını Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, "çözüm sürecine mecbur ve mahkûm değiliz" sözleri izledi. Kars'ta çıkan çatışmada, 3 PKK'lı öldürülürken, Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde PKK'nın saldırısına uğrayan 3 asker hayatını kaybetti.

Çözüm süreci içinden çıkılmaz bir hal alırken, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, çözüm sürecinin Öcalan ya da hükümet 'bitti' demedikçe devam edeceğini söylemesi toplumu biraz olsun rahatlattı.

Kobani olayları nedeniyle kesilen görüşmelere yeniden başlanması, Öcalan'ın daha önce yanına verilen 5 hükümlünün değiştirilmesi, sekretarya heyetinin genişlemesi ve gözlemci heyetinin oluşturulması için hazırlık yapılması süreci tekrar rayına soktu. Müzakere heyetine Hatip Dicle ile Ceylan Bağrıyanık da dahil edildi. Dicle’nin de içinde olduğu heyetin Öcalan'la yaptığı ilk görüşmede 4 başlıktan oluşan Müzakere Süreci Taslağının ana hatları belirlendi. Öcalan en fazla 4-5 ay içinde tüm Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek büyük demokratik çözümün sağlanabileceğini söyledi. Öcalan ayrıca, bu kararlılığın gösterilmemesi durumunda kaosun derinleşeceği ve darbe girişiminin sonuç alabileceği uyarısını yaptı.

HDP- Hükümet gerginliği

Sürecin en önemli gelişmesi 28 Şubat 2015’te yaşandı. Kamuoyuna ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ olarak anılan yol haritası, hükümet ve HDP temsilcilerinin katıldığı toplantıyla açıklandı. Mutabakatta, yasal anayasal güvence, devlet ve toplum ilişkisi, kamu düzeni ve özgürlükler, yeni anayasa ve izleme heyeti kurulması konusunda düzenlemeler içeriyordu. 21 Mart Diyarbakır’daki Nevruzda Öcalan’ın yeni mektubunun okunması olumlu bir hava yarattı. Ancak bu hava Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hükümetin onay verdiği İzleme Kurulu’na itirazı etmesiyle dağıldı. Bu sırada Türkiye seçim sürecine girdi. HDP seçime parti olarak girme kararı aldı. Seçim sloganı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atfen “Seni başkan yaptırmayacağız’ belirlendi. Bu, sürecin yürüten HDP ve hükümet arasında tansiyonun yükselmesine neden oldu.

Seçim sonunda HDP 80 milletvekilliği kazandı, AKP tek başına hükümet olamadı. KCK yönetiminin bir biri ardı sıra açıklamaları, sürece yeni bir boyut kazandırdı. KCK Eş Başkanı Bese Hozat’ın ‘ yeni süreç,

devrimci halk savaşı sürecidir’ sözleri kaygıları arttırdı. Bu sırada Öcalan’la yapılan görüşmeler de kesildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Ben Dolmabahçe mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum “sözleri, sürecin sonuna gelindiği yorumlarına neden oldu. Bu açıklamaların ardından HDP ve hükümet bir birlerini suçlamaya devam etti.

Suruç saldırısı

Suruç’ta intihar saldırısında 32 gencin öldürülmesi, ardından Ceylanpınar’da iki polisin memuru evlerinde uyurken kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmesi Türkiye’yi yeni bir şiddet sarmalının ortasına attı. Türkiye dört yıl aradan sonra aralarında Kandil Dağı’nın da bulunduğu PKK kamplarını bombalamaya başladı. PKK da güvenlik güçlerine saldırarak karşılık verdi. Türkiye yeniden asker polis cenazeleriyle yüzleşmeye başladı. PKK tarafı ateşkesin bittiğini sürecin sona erdiğine dair açıklama yapmadı. Hükümet ise PKK silah bırakmadan operasyonların durmayacağını açıkladı. Taraflardan olumlu mesajlar gelse de sürecin devam edip etmeyeceği henüz belli değil.

STÜDYO VOA

İran’ın İsrail’e saldırması ABD’de nasıl yankılandı? – 15 Nisan
lütfen bekleyin

No media source currently available

0:00 0:29:51 0:00
XS
SM
MD
LG