Erişilebilirlik

AB'den Türkiye'ye Hukuki Güvence Yok - 2004-02-17


Türkiye’nin üyeliği konusunun Kıbrıs’ta varılacak muhtemel bir anlaşmaya hukuken nasıl yansıtılacağı meselesini görüşmek üzere Brüksel’e gelen, Birleşmiş Milletler Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro de Soto adaya eli boş gidiyor.

Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi ve Genişleme Yetkilisi Günther Verheugen, de Soto’ya Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılacağına dair hukukî güvence veremeyeceklerini bildirdiler.

Komisyon Türkiye ile katılım müzakerelerini değil, aradaki mevzuatların taranacağı "screening" sürecini başlatma kararı alınacağını de Soto’ya bildirdi. Birleşmiş Milletler, bu durumun Türk kamu oyunda tepki yaratabileceğinden endişe ediyor.

Türkiye nasıl ikna edilecek? Daha doğrusu Türk kamu oyunun tepkisi nasıl yatıştırılacak ve garantör ülke sıfatıyla Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, nihaî anlaşmaya nasıl "olur" verecek?

Kofi Annan’ın özel temsilcisinin Dublin ve Brüksel’e yaptığı ziyaretlerden bu sorulara tatmin edici bir yanıt alarak Kıbrıs'a doğru yola çıktığını söylemek son derece zor. Zira, Avrupa Komisyonu yetkilileri, Aralık ayında Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatma kararı alınabileceğinden kuşku duyuyorlar.

En iyimser tahmin ile, önce iki taraf arasında tarama süreci adı verilen, aradaki mevzuatların uygunluğunu inceleme görüşmelerinin başlatılabileceğine inanıyorlar.

Genişleme sürecine dahil olan diğer aday ülkelerle de screening denilen bu çalışma asıl katılım müzakereleri öncesinde yapılmış, ancak Avrupa kamuoyunda, Ankara’ya bir tür üyelik güvencesi veriliyor şeklinde yorumlanacağından, Türkiye ile başlatılmamıştı.

Alvaro de Soto ile Günther Verheugen’un ortak basın toplantısında, genişleme yetkilisinin en büyük görevin hukukçulara düştüğünü söylemesi dikkatleri çekmedi değil. Üstelik, de Soto, Avrupa Birliği’nin kurum olarak Lefkoşa sürecinde müdahil taraf olmadığını vurgularken, Verheugen diplomatik ifadeyle varlık göstereceklerini ısrarla söylemekten kaçınmadı ve yarın da Kıbrıs’a gitmek üzere yola çıkacağını teyit etti.

Kıbrıs’taki yeni Anayasa’nın, Avrupa Birliği mevzuat ve müktesebatına uygun olması zorunlu. Elbette, bugün açıklanan kamuoyu araştırmasına göre her yüz Kıbrıslıdan 80’inin diğer üye olacaklara kıyasla ezici bir çoğunlukla destek verdiği Avrupa Anayasası’na da... Ancak, Türkiye’ye bütün bu siyasî ve hukukî süreçte nasıl bir güvence verilecek veya verileceği vaat edildi, denklemin bilinmeyeni bu?

Verheugen’e göre New York’ta mutabakat sağlanabildiyse, borçlu oldukları taraf Recep Tayip Erdoğan hükümeti... Ancak, Verheugen kelime oyunu yapmıyorsa, Alman Hıristiyan Demokratların önerdikleri imtiyazlı statüye Türkiye’nin zaten sahip olduğunu söyledi. Avrupa Birliği'ne üye olmadan gümrük birliği tesis eden tek ülke olduğunu tekrarlamayı da unutmadı. Ayrıca Erdoğan hükümetinin cesurca davranışını övmeyi ihmâl etmedi. Bütün bu övgü dolu sözlerden sonra Aralık ayında Avrupalı liderler müzakerelere ilişkin olarak nasıl bir karar verecekler konusunu ise geçiştirdi. Oysa, liderlere tavsiyede bulunacak kurum Avrupa Komisyonu, imzayı atacak yetkili de kendisi olacak.

Avrupa Birliği’nin 1999 Helsinki Liderler Zirvesi’nde başlattığı bir süreç var ve Türkiye’yi üyeliğe aday ülke olarak kabul ediyor.

Yol haritası belli, siyasî koşullar belli, ama son sözü söylemeye aşamasında tek yetkili Avrupa tarafı olacak. Mevcut hukukî güvence sorununun nasıl aşılacağı da bilinmiyor.

Türkiye’nin geçmişten kalan acı tecrübeleri var. Bir yenisini daha yaşamak istemiyor. Ancak, Verheugen, de Soto ile görüşmesinden sonra, önümüzdeki haftalarda takvime ve belirlenen koşullara sadık kalmaları yolunda ilgili tüm tarafları ve özellikle de Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği’ni özellikle hukukî çalışmalarda sıkı işbirliği yapmaya çağırmaktan öteye gitmedi. Bu arada şeffaf olunması gerektiğinin altını çizmeyi de unutmadı.

Diyelim ki, Lefkoşa sürecinde uzlaşma sağlandı ve plânlandığı gibi halkoylamasına gidildi ancak taraflardan birinde veya ikisinde birden "birleşmeye hayır" neticesi çıktı.

Birleşmiş Milletler'in bir B plânı var mı?

Zira, Avrupa Birliği açısından sorun yok. Zaten Verheugen de bu konudaki soruyu duymazlıktan geldi.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ise, böyle bir plânlarının olmadığını, senaryolar üzerinde oynamadıklarını, tarafların bu kadar çabadan sonra evet diyeceklerinden emin olmak istediklerini söylemekle yetindi.

De Soto Türkiye’nin liderlerine güveniyor. Elbette Kıbrıs Türk liderlerine de... Halkları ikna etmede başarılı olacaklarını ve bunca yıllık katmerleşmiş sorunun üstesinden geleceklerini umuyor.

Türkiye’nin üyelik konusunda hiçbir güvence almadan 30 yıllık ayrılıktan sonra Kıbrıs’taki iki toplumun yeniden biraraya gelmesine onay vermesi, Brüksel’de ilişkileri yakından izleyenlere göre, düşünülmesi bile ürpertici olan bir durum...

Tam üyelik müzakerelerinin yerine, teknik gerekçeler ileri sürülerek başlatılacak tarama çalışmalarıyla yetinmesi de Avrupa Birliği’nin oyalama taktiğine bile bile lades demesi anlamına gelecek.

Ancak Kıbrıs'ta müzakereler başlamadan ve çalışmalarda ilerleme sağlanmadan bugün için yapılacak bir şey yok.

Zaten, Brüksel’in temkinli bir iyimserlik içinde olması da boşuna değil. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek başlarına temsil eden Rum yönetiminin de Avrupa Birliği’nin de kaybı olmayacak.

Kaybeden taraf Türkiye ve Kıbrıs Türkleri olacak.

Hukukçulara göre de uluslararası hukuk Birleşmiş Milletler'in gözü önünde yeniden çiğnene çiğnene...

XS
SM
MD
LG