Erişilebilirlik

Efsaneyle Yaşayan Maine Yerlileri: Penobscot'lar - 2003-09-08


Maine eyaleti bu yıl ikinci kez Ulusal Folk Festivali’ne evsahipliği yaptı. Ancak Atlantik Okyanusu’nun kıyısında yer alan bu eyaletin asırlar boyunca evsahipliği yaptığı asıl kesim Amerikan yerlilerini oluşturan uluslardan Penobscot’lar.

Uzun çok uzun yıllar önce bir dere ve bu dere boyunca yaşayan insanlar varmış. Dere binlerce yıl boyunca bu insanların su ve yiyecek kaynağı olmuş. Bir gün dere boyunda yaşayan halk suyun azaldığını görmüş, ertesi gün su seviyesi biraz daha düşmüş..."

Penobscot ulusunun tarihi, öykücü John Bear’ın anlattığı bu efsaneyle başlıyor. Efsaneye göre, suyun neden azaldığını belirlemek üzere bir kişi gönüllü olur ve yola koyulur. Uzun bir yürüyüş sonrasında gönüllü bir dağa ulaşır ve geceyi orada geçirmeye karar verir. Sabah uyandığında ise ulaştığını sandığı şeyin bir dağ olmadığını, devasa bir kaplumbağa olduğunu görür. Gönüllü, dev kurbağaya kim olduğunu sorduğunda kurbağa, “Ben bu kıtanın en büyük hayvanıyım, bu nehrin suyunu içiyorum, içtikçe de büyüyorum. Bütün kıtayı yönetecek büyüklüğe gelinceye kadar suyu içmeye devam edeceğim,” der. Gönüllü, bu dev yaratık karşısında bir şey yapamayacağını anlayınca köyüne geri döner, durumu anlatır. Bunun üzerine efsanevi Kluskobe yardım etmesi için köye çağrılır, sorun anlatılır. Kluskobe yola çıkar ve dev kurbağanın bulunduğu yere gider, elleriyle kurbağayı alt edemeyeceğini görünce çevresine bir göz atar ve dünyanın en büyük çam ağaçlarından birini görür. Kluskobe ağacı kökünden koparıp, dev kurbağanın başına olanca gücüyle vurur. Kluskobe o denli şiddetle darbe indirmiştir ki, kurbağa binlerce parçaya bölündüğü gibi, yer yüzeyinde dev bir çatlak oluşur. Kurbağanın içtiği su bu yarığa dolar ve böylelikle dağlardan başlayıp Okyanus’a kadar uzanan Penobscot Nehri oluşur. Efsaneye göre Kluskobe, Penobscot Nehri’ni oluşturduğu gibi Penobscot ulusunu da yaratmış.

Maine Eyaleti’ndeki Penobscot Ulusal Müze Müdürü James Neptune yaygın efsaneyi şöyle aktarıyor: "Kluskobe, kurbağayı bin parçaya bölerek içinden çıkan sularla Penobscot Nehri’ni oluşturmuş, ama ilk elde suyun zehirli olabileceği gerekçesiyle halkı sudan uzak durmaları konusunda da uyarmış.. Kluskobe, halktan 7 gün süreyle nehirden su içmemelerini istemiş. Ancak uzun süredir susuz kalan halk pek de bu nasihate kulak asmayıp, suya atlamış. Kluskobe, suyu kullananların zehirlenip öleceğini anlayınca, hepsini değişik türlerdeki su hayvanlarına dönüştürmüş."

Penobscot ulusunu oluşturan kabilelerin büyük bir bölümünün kaplumbağa, deniz yılanı veya değişik balık türleriyle anılmasının nedeni de işte bu efsane. Maine’deki Penobscot Ulusal Müzesi’nde yeralan bir illüstrasyon da bugün hala bu aileleri temsil eden su canlılarını gösteriyor. Aslında bu efsanelerin günlük yaşamdaki akislerini Penobscotlar’da hala görmek mümkün. Bu ulusun avcılık ve savaşta kullandığı çam veya huşu ağacından yapılma sopalar, Kluskobe’un dev kurbağayı öldürmek için kullandığı rivayet edilen asayı temsil ediyor.

Yine efsanelere göre Kluskobe bir gün dişbudak ağacına hızla bir ok fırlatır, ağaç yarılır ve içinden şarkılar söyleyen insanlar çıkar. Efsanevi kahraman bu insanlara ağaçtan kayık yapmayı, avcılığı ve günlük yaşama dair bir dizi elsanatını öğretir. Bugün Penobscot’lar hala kayıklarını huşu ağacından, eskiden günlük yaşamlarında kullandıkları ancak şimdilerde turistik amaçla hazırladıkları sepetleri ise dişbudak ağacından yapıyor.

Doğayla; ormanla, suyla bu denli yakın olan Penobscot’lar asırlar boyunca, nehirle iç içe yaşamış, ulaşım dahil tüm temel ihtiyaçlarını nehirden karşılamışlar. Ancak, Avrupalılar’ın Amerika’ya gelmesiyle birlikte, işin rengi, deyim yerindeyse suyun rengi değişmiş. Avrupalılar, yeni yerleşmeye başladıkları Amerika kıtasını kendi ihtiyaçlarına göre belirlemeye girişmiş. Bunun için de Penobscot Nehri’ne barajlar kurulmaya, kerestecilik sektörü için Maine ormanları yavaş yavaş baltalanmaya başlanmış, sonuçta nehir giderek daha az kullanılabilir hale gelmiş. Penobscot halkı 1800’lü yılların ortalarında durumun giderek kötüleştiğini görünce hükümetten nehrin kurtarılması için yardım istemiş. Ancak bundan pek fazla bir sonuç da alamamışlar. Nehir, ilerki yıllarda fabrikaların kurulmasıyla ve zehirli atıklarla bir dönem tamamen doğallığını yitirmiş, kirli suların aktığı, balıkların öldüğü, zehirli balıkları yiyenlerin kansere yakalandığı bir yere dönüşmüş.

1980 yılında dönemin Başkanı Jimmy Carter tarafından imzalanan Toprak İhtilaflarını Çözme Yasası’yla hem Penobscot’lar tanınmış hem de aynı adı taşıyan nehrin kurtarılması yolunda ilk adımlar atılmış. Maine’deki Penobscot Ulusal Müzesi Müdürü James Neptune anlatıyor:"Günümüzde kağıt fabrikaları, geçmişte ise deri fabrikaları, konserve tesisleri, boya fabrikaları nehri kirletti. İnsanlar nehirden tuttukları balıkları yerdi, ancak şimdi bile hala eyalet yönetiminin yayınladığı uyarılar var, ayda en fazla ne kadar balık yenilebileceğine dair. Çünkü balıklarda hala civa miktarı yüksek. Geçmişte çok sayıda insan kanserden öldü, günümüzde de hala kanserden ölenler var."

Penobscot ulusunun yaklaşık 400-500 bireyi 1980’deki Toprak İhtilaflarını Çözme Yasası sonucu oluşturulan özel alanda yaşıyor. Geride kalan diğer Penobscot’lar ise yaşamak için çoğunlukla Amerika’nın doğu kıyılarını tercih etmiş. Diğer yerlerdeki Penobscot’lar yaşamlarını herhangi bir Amerikalı gibi sürdürürken, özel alanda yaşayanlar geçmişlerine biraz daha bağlı görünüyor. Ancak, bu özel alanda yaşayan yerlilerin bile dışarıdan bakıldığında herhangi bir Amerikalı’dan büyük bir farkları yok gibi görünüyor. Müstakil evler, kapalı garajlar içindeki otomobiller, çocuklar için oyun alanları, çimleri biçilmiş bahçelerle Penobscot’lar için ayrılmış alanın herhangi bir Amerikan mahallesinden pek de bir farkı yok.

Penobscot Ulusal Müze Müdürü James Neptune anlatıyor: "Bir zamanlar cenaze törenleri geleneklere uygun yapılırdı, ancak artık Avrupa geleneklerine daha fazla riayet ediliyor. Cenazeler tabuta konuluyor, törenler kiliselerde yapılıyor. Aynı durum evlilik törenleri için de geçerli, nikahı kilisede de kıyabilirsiniz, bir memur önünde de. Ben de devlet memuru önünde nikah kıydırdım, tek farkım törene, geleneksel olarak kullandığımız tütsü otlarından iki dal getirip, eşimle bunları birbirine bağlamam oldu."

1980 tarihli yasayla Penobscot’lar için ayrılan özel alanda yaşayanlar, bazı özel kurallara da tabii. Örneğin, emlak vergisi ödenmiyor, okullarda öğrenciler geleneksel dillerini öğrenebiliyor. Geleneksel kabile şefleri altındaki yönetim sistemi ise yerini demokratik tercihlere bırakmış. James Neptune açıklıyor: "Bir kabile şefi bir de yardımcısı var. Ayrıca 12 üyeli bir konseyimiz bulunuyor. Her ay toplantı yapıyor, bizi ilgilendiren konuları ele alıyoruz. Kabile şefi ile yardımcısı daha çok sembolik yetkiler taşıyor, çünkü son kararı her zaman konsey veriyor. Şef ve yardımcısı ise ancak konseye tavsiyede bulunabiliyor."

Penobscot Ulusal Müze Müdürü James Neptune, Maine eyaletinin isteği üzerine her iki yılda bir seçimlere gittiklerini söylüyor. Bugüne kadar tüm kabile şefleri erkekler arasından seçilmiş, ancak James Neptune, Avrupalılar gelene kadar Penobscatlar’ın anaerkil bir topluluk olduğunu bugün de yine ne zaman tavsiyelerine başvurulsa kadınların daha iyi öneriler getirdiğini söylüyor.

XS
SM
MD
LG