Erişilebilirlik

ABD'de Haklar Bildirgesi'nin 215. Yıldönümü


Bu ay, Amerikan vatandaşlarına bazı siyasi ayrıcalıklar tanıyan Haklar Bildirgesi’nin yürürlüğe girişinin 215’inci yıldönümü. Haklar Bildirgesi’nin en önemli bölümlerinden biri olan üçüncü değişiklik maddesi, basın özgürlüğünü garanti altına alır. Bu madde, zaman zaman basın ve basının haber konusu yaptığı yönetim organları arasında sürtüşmelere neden olur.

Haklar Bildirgesi, Amerikan Anayasa’sının değişiklik yapılan ilk on maddesine verilen addır. 15 Aralık 1791 yılında onaylanan Haklar Bildirgesi’nde, Anayasa kapsamı dışında tutulan hak ve özgürlükler konu edilir. Haklar Bildirgesi, Kongre’nin ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayacak herhangi bir yasa çıkarmamasını garanti altına alır. Uzmanlar, bir demokraside ve özellikle de Amerika’da basının iki rolü olduğuna dikkat çekiyor. Bunlardan ilki, kamuoyunu aydınlatmak, ikincisi de devletin politikalarını izlemek ve yasalara aykırı bir adım atılıp atılmadığını kontrol etmek. Washington Post gazetecinin eski genel yayın yönetmeni Ben Bradlee, yönetim, kongre ve basın arasındaki ilişkinin karşıtlığa, hatta çatışmaya dayandığını söylüyor:

"Bir gazeteciye hiçbir zaman devletle ilişkilerinin iyi olduğunu söyletemezsiniz. Eğer bunu söylerse o gazeteci devletten rüşvet alıyor ve yalan söylüyor demektir. Devletin bize iyilik etmesi gerekmiyor. Önemli olan bizi engellememesi."

Ancak yönetim, Ben Bradlee’nin istediği gibi her zaman basının önünü açık tutmuyor ve bazen ulusal güvenliği tehdit ettiğini düşündüğü hassas belgelerin yayınlanmasını engellemek için basını mahkemeye bile verebiliyor. 1971 yılının Haziran ayında önce New York Times, ardından da başta Washington Post olmak üzere diğer gazeteler “Pentagon Belgeleri” adlı dokümanları yayınlamaya başladı. Bunlar, Amerika’nın Vietnam Savaşı’ndaki askeri müdahalesinin gizli tarihçesini anlatan Savunma Bakanlığı’na ait belgelerdi. Nixon yönetimi, ulusal güvenlikle ilgili kaygıları öne sürerek New York Times’ın belgeleri yayınlamayı durdurması için Federal mahkemeden kararname çıkarttı. Gazete, temyiz yolunu denedi. Mahkeme de tarihi davada devletin, bu belgelerin ülkenin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini yeterince kanıtlayamadığına karar verdi. Ve bu şekilde gazeteler, belgeleri yayınlamaya devam etti. Bazı uzmanlar, basın ve devlet arasında ulusal güvenlik konusunda her zaman bir çekişme yaşanacağını söylüyor. Brookings Enstitüsü’nden Stephen Hess anlatıyor:

"İçi Amerikan askerleriyle dolu bir savaş gemisinin limandan ne zaman ayrıldığını yazmamalı çünkü bu bilgiler, düşman tarafından okunabilir. Devletin sırları olması doğal. Basının görevi de bu sırları elinden geldiğince öğrenmek. Basın, çoğu zaman gizli bilgileri yayınlamaktan kaçınır. Çoğu kişi, hür basının devlet sırlarını yayınlamama kararını ne kadar sık aldığını pek farketmiyor."

Amerikan Üniversitesi gazetecilik profesörü Christopher Simpson Amerika dahil bir çok ülkenin ulusal güvenliği herşeyin üstünde tuttuğunu söylüyor:

"Eğer küçük bir yanlış yaparsak çok korkunç şeyler olacağı ya da birilerinin hayatını kaybedeceğinden kaygı duyarız. Bu kaygı yersiz değil, tam tersine çok mantıklı…"

Ancak Ben Bradlee dahil bir çok gazeteci, gazetecilerin ülkenin ulusal güvenliğini tehlikeye atmadığını savunuyor:

"Ben, 85 yaşındayım. Çok uzun zamandır bu işin içindeyim ve ulusal güvenliği tehdit edecek bir haber yayınladığımızı hiç hatırlamıyorum. Eğer olası bir tehlike görseydik zaten o haberleri kullanmazdık."

Uzmanlar, demokrasilerde devletle basın arasında ince bir dengenin varolduğunu söylüyor. Bir ülkenin ulusal güvenliğini sağlamakla yükümlü olan devlet bu görevi yerine getirmeye çalışırken, şeffaf ve serbest olmaya özen gösteren basın da devleti eleştirme gücünü korumak istiyor.

XS
SM
MD
LG